

Atatürk Mah.
Neyzen Tevfik Cd.
No:435
İZMİR / URLA

0(232) 752 20 80
1/1/2020
DEPREM SONRASI RUHSAL DESTEK
TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ
RUHSAL TRAVMA VE AFET PSİKİYATRİSİ ÇALIŞMA BİRİMİ
HALKA YÖNELİK BİLGİLENDİRME
DEPREM SONRASI ERKEN DÖNEMDE RUHSAL SAĞLIĞINIZI NASIL KORURSUNUZ?
DEPREMDEN SONRA RUHSAL AÇIDAN KENDİNİZİ NASIL HİSSEDİYORSUNUZ?
Depremin olumsuz etkilerini yaşadınız. Şimdi bir yandan yaşam normale dönmeye başlarken sizin de ruhsal açıdan bunlardan az ya da çok etkilenmeniz doğal. Bunları yalnızca siz değil deprem bölgesindeki herkes yaşadı. Herkes korktu. Sıradan bir korkudan çok bir dehşet duygusuydu yaşanılan. Çoğu insan sizin gibi çaresiz hissetti.
DEPREMİN ÜSTÜNDEN BİR HAFTADAN ÇOK ZAMAN GEÇMİŞ OLDUĞU HALDE HALA AŞAĞIDAKİ YAKINMALARINIZ OLABİLİR:
Aşırı korku, çaresizlik, dehşete düşme his- leri, şok, duygularınızı hissedememe, tepkisizlik ve ağlayamama
Deprem olayını sürekli tekrar yaşıyor gibi hissetme: Deprem anlarını tekrar tekrar hatırlayabilir, yaşananlarla ilgili rüyalar ya da gündüz düşleri görebilir, olay sanki yeniden oluyormuş gibi hissedebilirsiniz.
Deprem olayını hatırlatan yerlerden ya da durumlardan kaçınmak: Olayın tamamını ya da bazı kısımlarını hatırlayamayabilir, depremin olduğu eve giremez, insanlardan uzaklaşır, olayla ilgili konuşmayı istemeyebilirsiniz.
Aşırı gerginlik belirtileri: Uykusuzluk, sinirlilik, çabuk öfkelenme, aşırı irkilme, çarpıntı, titreme, nefes almakta zorluk yaşayabilirsiniz.
Geleceğinizin kalmadığı duygusuna kapılabilirsiniz.
Yakınlarınızın ölmesi ile ilgili olarak kendinizi suçlu hissedebilirsiniz.
DEPREMDEN HEMEN SONRA ŞUNLARI YAŞAMIŞ OLABİLİRSİNİZ:
Aşırı korku, ne yaptığınızı ya da nerede olduğunuzu bilememe, kafa karışıklığı, düşünmeden otomatikleşmiş şekilde hareket etme, duygularınızı hissede- meme, tepki verememe.
YAKINLARINIZI YİTİRDİĞİNİZİ GÖRDÜĞÜNÜZDE YA DA ÖĞRENDİĞİNİZDE ŞUNLARI YAŞAMIŞ OLABİLİRSİNİZ:
Ani ve şiddetli tepkiler ya da hiç tepki göstermeden donakalma, ağlayamama, üzüntünüzü ifade edememe.
Yakınlarınızın öldüğünü kabul edememe, inkar etme, her an dönecekmiş gibi hissetme.
Öfke, isyan ve başkalarını suçlama.
YAŞADIKLARINIZ KARŞISINDA KENDİNİZİ ÇARESİZ, HİÇBİR ŞEY YAPAMAYACAK DURUMDA HİSSEDEBİLİRSİNİZ. DEPREM YAŞAMIŞ KİŞİLERDE İLK HAFTALARDA TÜM BU BELİRTİLERİN GÖRÜLMESİ DOĞALDIR.
ANCAK BU YAKINMALAR BİR İKİ HAFTA İÇİNDE AZALMIYORSA, YAŞAMINIZI GÜÇLEŞTİRİYORSA, BAŞ ETMEDE ZORLANIYORSANIZ BÖLGEDEKİ SİZE YARDIMCI OLMAYA HAZIR RUH SAĞLIĞI UZMANLARINA YA DA RUH SAĞLIĞI UZMANI BULUNAN SAĞLIK MERKEZLERİNE BAŞVURMALISINIZ.
KENDİNİZİ DAHA İYİ HİSSETMEK İÇİN NELER YAPABİLİRSİNİZ?
-
Kaygı ve buna bağlı sık soluma, çarpıntı, nefes almakta güçlük gibi belirtiler ortaya çıkabilir, bunlar kişinin kendisini tehlike altında hissettiğinde meydana gelen olağan belirtilerdir. Kaygı insanı çıldırtmaz ancak çıldıracakmış, ölecekmiş gibi hissettirir. Yaşadığınız olaylardan dolayı kendinizi tehlike altında hissettiğinizde bedeninizde de çarpıntı, nefes darlığı, bulantı, titreme, göğsünüzde baskı hissi gibi belirtilerin ortaya çıkması doğaldır. Kaygınız azaldığında bu belirtiler kendiliğinden ortadan kaybolacaktır.
-
Yaşadığınız olayı sizi dinleyebilecek bir yakınınızla konuşmaktan kaçınmayın. Arkadaşlar, aile, komşularla olan olumlu ve destekleyici ilişkilerinizi sürdürün. Sosyal destek kişilerin ruhsal travma sonrası etkilenmeleri üzerinde iyileştirici etkiye sahiptir. Duygularınızı, üzüntünüzü bastırmaya çalışmayın. Bu olayla ilgili duygu ve düşüncelerinizi sizi dinleyebilecek olan çevrenizdekiler ile paylaşın.
-
Depremden sonra kapalı ortamlara girmek ya da kalabalık yerlerde bulunmak sizin için kaygı verici ise kaygı düzeyiniz azalana dek tanıdığınız insanlarla bunları gerçekleştirmeyi deneyebilirsiniz.
-
Özellikle çocukların depreme ait görsellere ve videolara maruz kalmasını azaltın. Yetişkinler bazen görüntüleri izlemek ihtiyacı duyabilirler ancak tekrar tekrar, gün boyunca yıkım görüntülerini izlemek ruhsal etkilenmenizi arttıracaktır.
-
İlk günlerde uykusuzluk, iştahsızlık, bir şey yapmak istememe, halsizlik, çaresizlik, umutsuzluk hisleri olağandır. Bu nedenle sakinleştirici/yatıştırıcı ilaç ya da alkol kullanmayın, uykunuz günler içinde düzelecektir.
-
Bedeninizin bakımına özen gösterin. Alkol ve sigara kullanımı gibi sağlığınızı olumsuz etkileyecek baş etme yöntemlerini kullanmayın. Sizi rahatlatan şeyler her neyse (yürümek, arkadaşlarınızla dertleşmek, ibadet, doğada bulunmak vs. ) onları yapmaya çalışın. Çok yoğun endişe hissediyorsanız nefes egzersizleri, gevşeme egzersizleri iyi gelebilir.
-
Afet ve travmalardan sonra insanlar bir suçlu arama eğiliminde olabilirler. Söylen- tiler, tek bir kişi ya da grup sebebiyle bu kişileri günah keçisi haline getirecek haberler ve dedikodulara karşı dikkatli olun. Bu tür basit dedikodulardan doğaüstü açıklamalara kadar geniş bir yelpazede olan bu söylentiler toplumsal bölünmelere neden olabilmektedir.
DEPREM SONRASINDA ÇOCUKLARINIZ NELER YAŞAYABİLİR?
Aşırı korku, çaresizlik hissedebilir. Çevresinde olup bitenleri algılayamayabilir.
Konuşmama ya da duygusal tepkilerinde azalma, donukluk, dalgınlık gözlenebilir. Bunun tam tersine olaya ilgisiz davranma, oyun oynama, şarkı söyleme gibi davranışlar görülebilir. Çocuklar için her iki tür tepki de olası ve doğaldır.
Deprem sırasında ve sonrasında olanları hatırlamayabilir.
Deprem anını sanki yeniden yaşıyor gibi olabilir (korkma, bağırma, titreme, çarpıntı). Yalnız kalmaktan, kapalı yerlerden ve karanlıktan korkabilir.
Uykusuzluk, korkulu rüyalar görme, ani seslerden irkilme olabilir.
Yaşından küçük bir çocukmuş gibi davranabilir (anne babadan ayrılamama, altını ıslatma, ısrarcılık ve inatçılık).
Bulantı, karın ve baş ağrısı, sık tuvalete gitme, iştahsızlık görülebilir.
ÇOCUĞUNUZA YARDIMCI OLMAK İÇİN NELER YAPABİLİRSİNİZ?
Çocuklarınızın en temel ihtiyacı kendilerinin ve sizin güvende olduğunu hissetmektir. Çocuklarınızı yanınızdan uzaklaştırmayın, beslenme, barınma, ilgi gereksinimlerini doğrudan siz karşılayın.
Çocuklarınıza yardımcı olabilmenizin ilk koşulu sizin, elinizden geldiği kadar sakin, güven verici, tutarlı bir tutum içinde olmanızdır.
Çocuklarınızın sizin yakınlığınıza her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğunu unutmayın (be- densel yakınlığı, elini tutmayı, sarılmayı ihmal etmeyin).
Öte yandan bu yakınlığınızı aşırı bir koruyuculuğa dönüştürmeden sürdürmelisiniz. Çocuklarınıza yaşlarına uygun ve yapabilecekleri işler, sorumluluklar vermenizin onların yararına olduğunu akılda tutun.
Deprem sırasında ve sonrasında duyduklarını, gördüklerini ve yaşadıklarını anlatması yönünde ona destek verin, anlatmaya yüreklendirin. Kaygılarını dinleyin ve yargılamadan, empatik bir şekilde cevaplayın. Anlatmak istemezse zorlamayın. Ne zaman anlatmak isterse o zaman dinleyebileceğinizi söyleyin.
Okul öncesi ve erken okul çocuklarında kötü bir olay sonrasında kendilerinin sebep olduğuna dair düşünceler olabilir, kesin olarak onların suçu olmadığını söyleyin.
Korku, kızgınlık gibi duygularını ifade etmelerine izin verin hatta yüreklendirin, ağlamalarını önle- meyin, tekrarlayan sorularına yanıt verin.
Yaşadıklarının son derece doğal olduğunu, bir hastalık olmadığını anlatın.
Çocuklarınızı rahatlatmak için “Geçti” ya da “Bir şey olmaz” demek yerine olası depremlerde yapması gerekenler konusunda bilgi verin.
Çocuklarınızın yanında depremle ilgili konuları konuşmaktan kaçınmayın.
Çocuklarınızın yanında ya da çocuklarınızla dehşet verici olaylara ilişkin detayları konuşmayın. Olumlu bir çocuk-ebeveyn etkileşimi gerçekleştiğinde buna dikkat çekin ve diğer ebeveynleri de kendi çocuklarıyla benzer şekilde etkileşim kurmaları yönünde teşvik edin.
Çocuklarda bir krizin ardından gözlemlenen değişimleri anlama konusunda hassas olmak gerekir: Başka kimselerden korkma ve uzak durma ya da diğer çocuklarla daha fazla kavga etme gibi davranışların gerginlik nedeniyle yaşanan yaygın tepkiler olduğunu bilin.
Eğer kendinizin aşırı derecede ruhsal belirtileriniz varsa ya da çevrenizde bu nedenle çocukları ile ilgilenemeyen birisi olduğunu düşünüyorsanız hemen bir ruh sağlığı uzmanına başvurun.
Çok fazla etkilenen, davranış değişiklikleri azalmayıp süren ya da gittikçe artan çocuklarınızı en yakın Ruh Sağlığı uzmanına mümkünse Çocuk Ruh Sağlığı uzmanına götürün.
Katkıda Bulunanlar
Murad Atmaca, Sema Baykara, Sevda Korkmaz deprem bölgesinde bulunan Elazığ Fırat Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda çalışmaktadır ve düzenlenmeye katkıda bulunmuşlardır.
Türkiye Psikiyatri Derneği Ruhsal Travma ve Afet Psikiyatrisi çalışma birimi üyeleri Ayşe Devrim Başterzi,
F. Gizem İskender, İ. Fuat Akgül, İlker Küçükparlak, Mustafa Sercan, Münevver Hacıoğlu Yıldırım ve Şahika Yüksel tarafından son haline getirilmiştir.
KAYNAKLAR
-
Coping with Stress Following a Mass Shooting, Center for the Study of Traumatic Stress
-
Afet Sonrası Erken Dönemde Halka Duyuru, Türkiye Psikiyatri Derneği Ruhsal Travma ve Afet Psikiyatrisi Çalışma Birimi
-
Ruhsal Travma: Halka Yönelik Bilgilendirme Broşürü, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Travma ve Travma Terapileri Grubu
-
IASC Acil Durumlarda Ruh Sağlığı ve Psikososyal Destek Kılavuzu
-
Travma sonrası erken dönemde etkin tedaviler: Psikoterapi ve psikofarmakoloji Neşe Direk, Şahika Yüksel Psikiyatride Güncel
-
Kitlesel travmalar sonrası akut dönemde ilk ruhsal değerlendirme ve müdahale Ayşe Devrim Başterzi Psikiyatride Güncel
-
Kitlesel şiddet olayları sonrası örgütlenme ve psikolojik ilk yardım Zerrin Oğlağu Psikiyatride Güncel
-
Kitlesel Travmada Etkilenmiş grupların sosyal, psikolojik analizi ve psikososyal müdahaleler Ejder Akgün Yıldırım, Nezaket Kaya Psikiyatride Güncel
Bu öğe ne hakkında? Bunu ilginç kılan nedir? Değişik bir başlık ekleyerek ziyaretçilerinizin dikkatini çekin...
21/9/2019
Kızamık vakaları 3 kat arttı!
Kızamık vaka sayısının dünya çapında 2018 yılına oranla üç kat arttığını açıklayan Dünya Sağlık Örgütü küresel kızamık salgını uyarısı yaptı. Kızamığın, yılda 89.780 kişinin ölümünden sorumlu olduğunu belirten Dr. Özden Türel, bu durumun en önemli nedeninin hızla artan aşı karşıtlığı olduğunu söyledi. Türkiye’de 2019’un ilk 8 ayında 2.391 kızamık olgusu bildirildiğini söyleyen Dr. Okan Derin, “Kızamık da diğer aşı ile korunulabilen hastalıklar gibi toplumun zayıf düşmesini bekleyen sinsi bir düşman gibi kapımızda” dedi.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 2019 yılında 364 bin kızamık vakası tespit edildiğini duyurarak salgın uyarısında bulunmasını ntv.com.tr’ye değerlendiren Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Özden Türel, kızamığın aşı ile önlenebilen bir hastalık olmasına rağmen hem geri kalmış hem de gelişmiş ülkelerde sorun olmaya devam ettiğini söyledi, “Kızamığa bağlı hala yılda 89.780 gibi önemli sayıda ölüm bildirilmektedir. Ölümlerin çoğu Afrika ve Hindistan’da görülmüştür” dedi.
2016’da dünya çocuklarının %85’inin kızamığa karşı aşılandığını ve DSÖ’nün, 2020 yılında kızamığın tüm dünyada eliminasyonunu amaçladığını belirten Doktor Özden Türel, “Ancak kızamık halen aşılama oranlarının düşük olduğu geri kalmış ülkelerde endemiktir. Gelişmiş ülkelerde ise salgınların en önemli sebebi duyarlı kişilerdeki aşı eksikliğidir. Aşısız kişiler, kızamığın endemik olduğu bölgelere seyahat sırasında enfekte olabilmektedir. Bu kişiler ülkelerine döndüklerinde virüsü yaymakta, aşısız veya yetersiz aşılı kişiler arasında salgınlara sebep olmaktadır” değerlendirmesinde bulundu.
Kızamığın hem çocuklar hem de yetişkinler için bu denli tehlike oluşturmasında aşı karşıtlığının oynadığı role dikkat çeken Dr. Türel, şunları söyledi:
“Hastalığın ciddiyetinin bilinmemesi, aşının yararı olmadığı konusundaki spekülasyonlar ve aşının yan etkileri konusundaki korkular aşılanma oranlarını olumsuz etkilemektedir. Sosyal medyada yayılan yanlış bilgilendirmeler ve aşı karşıtlığı hareketleri nedeniyle aşı yapılmayan çocuklar büyük risk altındadır. Kızamık aşısının otizme neden olduğu hipotezi kuvvetli bilimsel kanıtlarla çürütülmüştür.”
Kızamık; ateş, halsizlik, döküntü, öksürük ve konjonktivit ile karakterize viral ve çok bulaşıcı bir enfeksiyon. Virüsle temas eden, bağışıklığı olmayan kişide hastalık gelişme riski %90. Virüs partikülleri 2 saate kadar havada kalabiliyor. Bu nedenle direkt temas olmadan da hastalık bulaşabiliyor. Hastalar, döküntü başlamadan önceki 5 gün ve döküntü sonrası 4 güne kadar bulaştırıcı. Kızamık, immün sistemini zayıflatarak zatürre, körlük, ishal ve ensefalit gibi hastalıklara da neden olabiliyor.
AŞI KARŞITLIĞI NEDEN ARTIYOR?
Aşı karşıtlığının nedenlerini anlatan Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Doktor Okan Derin ise DSÖ’nün yayınladığı aşı karşıtlarında sık görülen 6 yanlış algıyla ilgili makaleye dikkat çekti:
1-Hastalıkların iyileşen sanitasyon ve hijyen uygulamaları ile yok olduğuna,
2- hastalık olan bireylerin çoğunun daha önceden aşılandığına,
3- aynı aşının bazı ‘özel serilerinin’ öldürücü olduğuna,
4- aşıların kısa sürede çok ciddi yan etkileri olduğuna ve uzun dönemdeki yan etkilerinin bilinmediğine,
5- aşıyla önlenebilen hastalıkların zaten kendi ülkelerinde kalmadığına ve aşıya gerek olmadığına,
6- çoklu aşı uygulamalarının bağışıklık sistemini aşırı uyararak bazı hastalıklara sebep olduğuna dair yanlış kanılar aşı karşıtlığını ortaya çıkarabiliyor.
Bütün bunlar uydurma ve komplo teorisi olmaktan öteye gitmemektedir. Ayrıca dini gerekçelerle de aşı karşıtlığı olabiliyor.”
“AŞI KARŞITLARI TOPLUMUN HASTALIKLARA DİRENCİNİ KIRIYOR”
Çiçek hastalığının 20. yüzyılda 300 ila 500 milyon insanı öldürdüğünü, DSÖ’nün çalışmaları sayesinde 1978’den beri çiçek hastalığının dünyadan tamamen yok edilen tek hastalık olarak tarihe geçtiğini hatırlatan Dr. Derin, “Difteri, çocuk felci, suçiçeği gibi hastalıklar aşı sayesinde neredeyse hiç görülmez oldu. Hepatit A, hepatit B, menenjit, zatürre gibi birçok hastalık aşı ile korunabilir hale geldi. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkün. Özetle aşılar sadece bireyleri korumaz, hastalıktan korunan bireyler sayesinde mikropların toplumun içinde yayılmasını da önler. Buna ‘herd’ sürü bağışıklaması denir. Bir toplumda sürü bağışıklama oranı %95’in altına düşerse, hastalık mikropları okullarda, otobüslerde, işyerlerinde ve tüm kamusal alanlarda çılgın partiler vermeye başlar ve bu partiler ne yazık ki insanların cenaze törenine dönüşebilir. İşte aşı karşıtlarının yaptığı tam olarak budur; toplumun hastalıklara karşı direncini kırmak” dedi.
"GELİŞMİŞ ÜLKELERDE SALGINLAR VE ÖLÜMLER OLMASI DİKKATLERİ KIZAMIĞA ÇEKTİ"
Kızamık hastalığının dünyadaki seyri ile ilgili bilgileri paylaşan Dr. Derin’e göre, gelişmemiş ülkelerde aşıya, tedaviye, sağlıklı su ve besine ulaşamayan çocukların süregelen ölümleri kamuoyunun dikkatini pek çekmedi, ancak gelişmiş ülkelerde aşı karşıtlığı yüzünden salgınlar ve ölümler olması spot ışıklarını gelişmiş ülkelere çevirdi:
“Tüm dünyada 2019 yılının ilk 8 ayında 364.808 kızamık olgusu bildirilmiştir. Bu sayı 2018’in aynı döneminde 129 bin civarındaydı. Ukrayna, Kongo Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Madagaskar kızamık olgularının en çok olduğu ülkeler. Ayrıca Angola, Kamerun, Çad, Kazakistan, Nijerya, Filipinler, Sudan ve Tayland’da geniş çaplı salgınlar mevcut. Avrupa’dan bildirilen olgu sayısı bu yılın ilk altı ayında 90 bine ulaştı ve geçen yılın aynı dönemine göre 2 kat arttı. En çok olgu görülen ülkeler Fransa, Bulgaristan ve İtalya. Hastalığın aşısız bireyler arasında yayıldığı bildirildi. ABD’de durum farklı değil; son 25 yılın en yüksek kızamık olgu sayısı bu sene bildirildi.”
ABD’de Temmuz 2019 itibariyle 1109 olgu bildirildiğini söyleyen Dr. Türel, aşı karşıtlığı dışında kızamığın artmasındaki etkenleri, “Aşılama oranları önceden daha düşük olduğundan büyük çocuk ve erişkinlerden oluşan duyarlı bir grup oluşmuştur. 12 aylıkken aşılanan bebeklerin %7’sinde primer aşı başarısızlığı görülebilir. Bu nedenle ikinci doz kızamık aşısı yapılması da çok önemlidir. Henüz aşı olmamış bebekler ve altta yatan hastalığı nedeniyle kızamık aşısı uygulanamayanlar da risk altındadır. Geri kalmış ülkelerde ise sağlık hizmetlerine ulaşamama aşı eksikliğinin önemli nedenlerindendir” şeklinde aktardı.
“KIZAMIK SİNSİ BİR DÜŞMAN GİBİ KAPIMIZDA”
“Türkiye’de kızamık salgını tehlikesi var mı, böyle bir tehlike varsa nasıl önlemler alınmalı, hem bireylere hem de sağlık otoritelerine düşen görev ve sorumluluklar nelerdir?” şeklindeki soruya Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Türel, “Birey olarak görevimiz çocuklarımıza aşı yaptırmaktır. Aşının toplumun tüm kesimlerine ulaştırılması ve 2 doz aşılamanın %95 kapsama oranında olması sağlık otoritelerine düşen görevdir. Ayrıca olguların erken tespiti ve salgınların zamanında kontrol altına alınması çok önemlidir. Sağlık Bakanlığı tarafından kızamığın yayılımını önlemek için sürekli çalışmalar yapılmaktadır” yanıtını verirken Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Okan Derin’in değerlendirmesi şu şekilde oldu:
“Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafından doğru şekilde yürütülen ve birçok ülkeye kıyasla çok yüksek oranlara ulaşmış bir aşı uygulaması var. Ancak DSÖ verilerine göre 2019’un ilk 8 ayında 2.391 kızamık olgusu bildirilmiş. Bu, geçen yılın tümünden 3 kat fazla demek. Bu yılın başında 23 bin ailenin çocuklarını aşılatmayı reddettiği bildirildi. Aşı karşıtlığı bir hastalık gibi ülkemize de girmiş gibi görünüyor. Sonuç olarak kızamık da diğer aşı ile korunulabilen hastalıklar gibi toplumun zayıf düşmesini bekleyen sinsi bir düşman gibi kapımızda.”
KIZAMIKTAN KORUNMAK İÇİN NELER YAPILMALI?
Kızamık tedavisinde kullanılacak bir antiviral ilacın bulunmadığını dile getiren ve “Gelişmekte olan ülkelerde A vitamini desteğinin morbidite ve mortaliteyi azalttığı saptanmıştır. DSÖ, kızamıklı çocuklara A vitamini takviyesini önermektedir” diyen Dr. Türel, kızamıktan korunmak için yapılacakları ise “Kızamık aşısı sağlıklı çocuklara kızamık, kızamıkçık, kabakulak (KKK) aşısı şeklinde 12. ayda 1 doz ve ilkokul 1. sınıfta 2 doz şeklinde uygulanmaktadır. Daha önce aşılanmamış yetişkinlerde ise en az 28 gün arayla 2 doz şeklinde yapılır. Ateş ve döküntüsü olan bir hastanın kızamık olabileceği düşünülerek gerekli önlemler alınmalıdır” şeklinde özetledi.
kaynak:ntv.com.tr
30/9/2019
PNÖMOKOK AŞINIZI YAPTIRDINIZ MI?
PNÖMOKOKAL HASTALIKLAR NEDİR?
Pnömokokal hastalıklar, Streptococcus pneumoniae (pnömokok) adı verilen bakterinin yol açtığı enfeksiyonlardır. Bu enfeksiyonların bazıları yaşamı tehdit edicidir. Pnömokok bakterisi özellikle küçük çocuklarda kan dolaşımı enfeksiyonu (bakteriyemi), zatürre, menenjit ve orta kulak iltihabının en sık nedenini oluşturur. Bunlardan özellikle kan dolaşımı enfeksiyonu ve menenjit gibi durumlar ağırdır ve genellikle hastanede tedaviyi gerektirir.
Ülkemizde Ulusal Bağışıklama Programı kapsamında 0-6 aylık bebeklere 2., 4. ve 12. aylarda toplam 3 doz olarak konjuge pnömokok aşısı uygulanır. Diğer çocukluk yaş gruplarında ve erişkinlerdeki pnömokok aşılama önerileri ve aşı zamanları ile ilgili lütfen doktorunuza başvurunuz.
Konjuge aşı invazif hastalığa karşı %97, polisakkarit aşı ise %60-70 koruma sağlar.
En sık 65 yaş ve üzeri erişkinler, 2 yaş altındaki çocuklar ve risk teşkil eden ek hastalığı veya astımı olan, sigara içen ve bağışıklık sistemi zayıflamış bireyler RİSK GRUBUNDADIR.
HASTALIK BELİRTİLERİ
Hastalığın belirtileri enfeksiyonun tipine göre değişkenlik gösterir. Pnömokokal zatürrenin belirtileri ateş, öksürük, nefes darlığı ve göğüs ağrısıdır. Pnömokokal menenjitin belirtileri ensede sertlik, ateş, bilinç bulanıklığı ve ışığa karşı duyarlılıktır. Pnömokokal bakteriyeminin belirtileri ateş, titreme, eklem ağrısı ve uyanık olma halinde azalmadır. Pnömokokal orta kulak iltihabının belirtileri kulak ağrısı, kulak zarında şişme ve bazen de uykusuzluk, ateş ve huzursuzluktur.
HASTALIK KOMPLİKASYONLARI
Pnömokokal zatürrenin komplikasyonları; eşlik eden gribin ağırlaşması, kan dolaşımı enfeksiyonu, akciğer zarı ve kalp zarında enfeksiyon ve akciğerde apse oluşumudur. Pnömokokal bakteriyemi ortalama %20 oranında ölümcüldür, bu oran yaşlı hastalarda %60’lara kadar çıkabilir. Pnömokokal menenjitin komplikasyonları bilinç değişiklikleri, nöbetler ve komadır. Çocuklarda %8, erişkinlerde ise %22 oranında ölümcüldür. Sağ kalanlarda da kalıcı hasarlar yaygındır. Pnömokokal orta kulak iltihabının komplikasyonları mastoidit ve menenjittir.
HASTALIK NASIL BULAŞIR?
Bakterinin bulaşması enfekte kişilerin solunum yollarından çıkan damlacıkların doğrudan başka bir kişiye geçmesiyle olur. Ayrıca bakteriyi üst solunum yollarında taşıyan kişilerde bakterinin diğer dokulara yayılması ile de kişinin kendisine ait başka organlara bulaşma meydana gelebilir.
HASTALIKTAN KORUNMA YOLLARI
Pnömokokal hastalıktan korunmanın en iyi yolu aşılanmaktır.
Ayrıca gribe yakalanmak pnömokokal hastalık riskini artırdığı için, her yıl grip aşısı olmak da bu hastalığa karşı korunma yollarından biridir.
31/7/2019
ŞARBON NEDİR?
Türk Veteriner Hekimleri Birliği, son olarak Ankara ve İstanbul'da görülen şarbon vakaları sonrası "Şarbon hastalığı nedir?" başlıklı bir açıklama yaptı.
Açıklamada, "İnsanlara bulaşma, doğrudan hayvanla temas sonrası derideki çizik ve yaralardan veya hasta hayvanın iyi pişmemiş etlerinin yenmesiyle olur.
Hayvanlarda tedavi çok zordur.
Genellikle ani ölümlerle ortaya çıktığından tedaviye fırsat kalmaz.
İnsanlardaki seyri ise hayvanlardaki gibi çok hızlı değildir.
Erken başlanan tedavilerden olumlu sonuçlar alınmaktadır" denildi.
Açıklamanın tam metni şöyle:
Şarbon hastalığının etkeni Bacillus Antracis adı verilen bir bakteridir.
Hastalık, ot yiyen hayvanlarda görülür ve zoonoz karekterli olup, insanlara da bulaşır.
Hastalığın kuluçka süresinin çok kısa olması ve hayvanlarda genellikle perakut (çok hızlı) seyretmesi nedeniyle, hayvanlarda ani ölümlerle ortaya çıkabilir.
Hastalık etkeni toprakta 5 yıl kadar canlılığını korur.
Ve burada yetişen otlarla hayvanlara bulaşır.
Hasta hayvanlar da diğer hayvanlara bulaştırır.
İnsanlara bulaşma, doğrudan hayvanla temas sonrası derideki çizik ve yaralardan veya hasta hayvanın iyi pişmemiş etlerinin yenmesiyle olur.
Hayvanlarda tedavi çok zordur. Genellikle ani ölümlerle ortaya çıktığından tedaviye fırsat kalmaz.
İnsanlardaki seyri ise hayvanlardaki gibi çok hızlı değildir. Erken başlanan tedavilerden olumlu sonuçlar alınmaktadır.
Bu hastalık ihbarı mecburi olan bir hastalık olup, teşhis koyan her veteriner hekim hastalığı bakanlığa bildirmek zorundadır.
Hasta hayvanlar kesilmediği ve etlerinin tüketimine izin verilmediği için, tazminatlı hastalıklar listesinde yer almaktadır.
Ve imha edilen hayvanların belirlenen değerinin 3/4 ü hayvan sahibine ödenmektedir.
Hastalık görülen mahal karantinaya alınır ve hastalığa hassas hayvanların girişine ve çıkışına izin verilmez. Bulaşık malzemeler ve yemler imha edilir.
Karantina, son hastalık vakasından sonra 15 gün süreyle devam eder.
Koruma amaçlı olarak, hastalık bölgesindeki hayvanlar 5 yıl süreyle hastalığa karşı yılda bir defa aşılanır.
3/7/2018
Hamileyken Yapmanız Gereken 8 Önemli Test
Hamileyken Yapmanız Gereken 8 Önemli Test
Anne adayları hamilelik döneminde hem kendi sağlıkları hem de dünyaya gelecek bebeklerini sağlığı için bazı testler yaptırmalıdırlar.Anne adaylarının hamilelik döneminde mutlaka yaptırmaları gereken önemli test;
Periodontal İnceleme: Periodontal inceleme diş etlerinin enfeksiyonlara ve rahatsızlıkara karşı incelenmesidir. Bu testler diş ve damak iltihaplarının teşhisi için önem taşır. Damak rahatsızlıkları bulunan erken doğum riski karşı karşıyadır. Bununla birlikte damak rahatsızlıkları hamile kaldıktan sonra veya doğum kontrol hapı kullanılırken daha sık gözlemlenir. Hormonsal değişiklikler damaklarda iltihap riskini arttırır.
Tiroit Uyarıcı Hormon Testi: Bu test ile hipotiroidi ve hipertiroidi rahatsızlıkları saptanır. Hamilelik ve postpartum dönem bu sorunların en sık gözlemlendiği dönemlerdir. Bu dönemlerde anne adaylarının yaklaşık olarak %5-%10’u hafif tiroit problemleri ile karşı karşıya kalır.
Kan Sayımı: Kan sayımı ile bağışıklık sisteminin ve kemik iliklerinin ne kadar sağlıklı olduğu tespit edilir. Beyaz kan hücrelerinin yüksek olması enfeksiyon riskini belirtir. Kandaki hemoglobin maddesinin olması anemi rahatsızlığının ve pıhtı yuvarlarının düşük olmasıda pıhtılaşma sorununun göstergesidir.
Kan Basıncı Ve Kolesterol Testleri: Anne adayları kalp rahatsızlıklarının ilerleyen yaşlarda ortaya çıkabileceğini düşünmektedir. Bununla birlikte yapılan çalışmalar yirmili yaşlarda da damarlarda plak oluşumunun gözlemlenebileceğini saptamışlardır. Kan basıncı da bu dönemde oldukça önemli bir sorundur. Yüksek kan basıncı anne adayı ve bebek için zararlı olabilir. Bu nedenle anne adayları bu dönemlerde hem kolesterol hem de kan basıncı testlerini ihmal etmemelidirler.
Pap Smear Testi: Pap smear testi serviks bölgesindeki kanserli ve kanserli olmayan değişiklikleri tespit eder. HPV virüsleri kontrol edilmediği taktirde ileride rahim ağzı kanserine neden olabilir.
Cilt İncelemeleri: Dermatologlar tarafından gerçekleştirilen incelemeler cilt kanserinin teşhisi için önemlidir. Kötü huylu melanom özellikle 25-29 yaşları arasında en sık karşılaşılan kanser türüdür. Bu nedenle anne adaylarının mutlaka cilt incelemesinden geçmeleri gerekir.
Kan Şekeri Testi: Kan şekeri testi diyabet rahatsızlığının testi için önemlidir. Ailesinde diyabet rahatsızlığı bulunan kişiler özellikle bu konuda dikkatli olmalıdır ve düzenli olarak kan şekeri testi yaptırmalıdır.
Kemik Mineral Testi: Opsteoporoz rahatsızlığına karşı yapılır. Kemikler yeterli kalsiyum alınmaması halinde zaman içerisinde gözeneklenirler ve incelirler. Erken teşhis halinde doktorunuz size bazı egzersiz ve kalsiyum takviyeleri önerilerinde bulunabilir.
16/6/2018
Sezaryen Doğum Nedir, Sezaryenin Riskleri Nelerdir?
Sezaryen Doğum Nedir, Sezaryenin Riskleri Nelerdir?
Neden Sezeryan?
Normal doğum şartları dışında gelişmeler halinde doktorlar sezaryen kararı alabilmektedir. Annenin engel oluşturacağı herhangi bir etkeninin olması ya da normal doğum yapmak istememesi halinde de yapılabilmektedir.
Sezaryen doğum günümüz içerisinde artık anestezi tekniklerinin gelişmiş olması, enfeksiyon gibi sorunlara engel olacak etkili antibiyotiklerin bulunması, ameliyatlar sonrasında dikiş tekniklerinin gelişmiş olması, cerrahi yöntemlerdeki gelişme sonrasında kolay bir şekilde doğum yapabilme imkanı bulunmaktadır. Sezaryen farklı gebelik haftaları içerisinde yapılabilen ve gebeliğin seyrine bağlı bir şekilde oluşturulabilen bir uygulama olarak yer alır. Anne adayına bağlı olan bir zorunluluklar yüzünden bazen sezaryen acilen de olabilir.
Sezaryen doğum hangi durumlarda gereklidir?
• Bebeğin iri olması
• Plasentanın rahim girişini kapatması
• Bebeğin doğum kanalına gelmesi
• Çatının dar olması
• Rahimde miyom bulunması
• Ikınmanın riskli olması
• Doğum korkusu ya da vajinismus durumu
• Çoğul gebelik
• Bebeğin acilen doğması gerekmesi
• Herpes enfeksiyonu veya genital siğil olması
• Annenin geçirdiği ameliyatlar
• Plasentanın rahimden erken ayrılması
Sezaryen doğum nasıl uygulanır?
Sezaryen yönteminin uygulanması durumunda genel anestezi yapılması suretiyle annenin uyanık olması ancak ağrı hissetmemesi sağlanan bir yöntem uygulanır. Tıbbi olarak tüm işlemler uygulandıktan sonra bir saate yakın bir süre içerisinde sezaryen ameliyatı tamamlanır.
Sezeryan ameliyatı riskli midir?
• Karın ameliyatı olması spinal anestezi ve genel anestezi gerektirmemesi bazen az ya da çok fazla kanama oluşmasına ve komplikasyonlar yaşanmasına neden yaratabilmektedir.
• Sezaryen ameliyatı içerisinde nadir olarak ortaya çıksa da enfeksiyon kanama, rahime yakın olan kısmında bulunan mesane barsak gibi organların yaralanmaları ihtimali ortaya çıkabilir.
• Sezaryen ameliyatlarını %1-2 aşırı kanama ortaya çıkabilmektedir.
• Nadir olarak rahmin ameliyatla alınması durumu oluşabilmektedir.
• Sezaryen ameliyatı sonrası bacak damarlarında pıhtılaşma ortaya çıkması, akciğerlere pıhtı atma riski normal doğumdan daha fazladır.
• Anne bebek ilişkisinde gecikme yaşanır.
• Normal doğuma göre geç iyileşme ortaya çıkar.
• Normal doğuma göre çok daha fazla ağrı oluşur.
• Sonraki doğumlarda plasentanın rahim ağzına yerleşme ve yapışma riski
• Sonraki doğumlarda normal doğum şansı ortadan kalkar.
• Bebekte solunum sorunu riski fazla olur.
Sezaryen doğum bir ameliyattır. Bu ameliyatta karın ve döl yatağı kesilerek bebek alınır. Bir kez sezaryenle doğum yapan genellikle daha sonraki doğumlarında da sezaryenle doğum yapmak zorunda kalır. Çünkü rahmin eski yara yerinin yırtılma riski vardır.
Sezaryenle doğum, aslında belirli ve riskli durumlarda zorunlu olarak uygulanan bir yöntemdir. Normal doğumda anne veya bebek zarar görebilecekse uygulanır. Söz gelişi bazı erken doğumlarda sezaryen gerekir. Bebeğin iriliği ve duruş şekli de sezaryen gerektirebilir. Aynca ikiz ya da üçüzlerde, rahim ve doğum kanalıyla ilgili sorunlarda sezaryen kaçınılmaz olabilir ancak, bir terslik yoksa sezaryen gerekmez.
Bazı doğumların kolay, bazılarının ise zor oluşu normaldir. Doktor, her zor doğumda ameliyata girişmemelidir. Çünkü sezaryende kan kaybı daha fazla olabilir. Ameliyat sonrası, dikiş bölgelerindeki ağrılar 3-4 gün devam edebilir. Annenin hareket etmesi, bebeğini emzirmesi güçleşir.
Özellikle ameliyat uzun sürerse bebeğin etkilenme ve oksijensiz kalma riski doğar. Ortaya duygusal sorunlar da çıkabilir ilacın ve ağrıların etkisindeki anne bebekle zor ilgilenir.
Sezaryen ameliyatı bir saatten az sürer ancak bütün ameliyatlarda olduğu gibi bazı riskleri vardır. Yara yerlerinde enfeksiyon oluşabilir, mesane ve böbrek enfeksiyonları ortaya çıkabilir. Bu nedenler yüzünden anne ve bebeği 5-6 gün hastanede tutulur.
Sezaryen birçok bakımdan anneyi ve bebeği olumsuz etkiler. Ameliyat için anestezik ilaçlar anneyi uyutmak gerekir. Anestezik maddeler bebeğe de geçebilir.
13/6/2018
Doğal Doğum Nedir?
Doğal doğum nedir, nasıl yapılır?
“Doğal doğum” terimi 1930′lu yıllarda üretilmiştir. Ancak o yıldan çok daha öncesinde ve günümüzde birçok kadın doğal doğum yöntemiyle bebek sahibi olmuşlardır. Peki, doğal doğum nedir?
Herhangi bir anestezi yöntemi kullanılmadan veya tıbbi müdahale olmadan yapılan doğum çeşididir. Aslında 20.yüzyıl öncesinde istisnalar hariç tüm kadınlar bu şekilde doğum yapmaktaydı. Bu nedenle yeni bir tıbbi gelişme değil, geleneksel tarzda bir yöntem olduğu bilinmelidir. Gerçek şudur ki, çoğu durumdaki kadın, herhangi bir müdahale olmadan sağlıklı bir bebek doğurabilir. Doğum; normal bir biyolojik fonksiyondur, tıbbi bir olay değildir. Müdahaleye ihtiyaç duyulması halinde, doğuma yardımcı olan yöntemler sayesinde inanılmaz derecede şanslı olunsa da, bazen doğumun kendi başına gerçekleştiği gözden kaçırılır.
Doğal doğum can yakar mı?
Doğal doğumdaki sancılar, bir annenin bebeğini dünyaya getirmesini sağlayan en önemli etkendir ve bu sürecin gerekli bir parçasıdır. Ağrı, bebeğin doğum kanalında ilerleyebilmesine yardımcı olur. Ayrıca bebeği ne zaman iteceğini, nasıl iteceğini ve yırtılmayı önlemek için ne zaman durması gerektiğini anneye anlatmaya yardımcı olur. Konum değiştirme, hareket etme, meditasyon yapma, derin nefes alma, yatıştırıcı müzik dinleme ve su içerisinde bulunma doğum sancısı ile baş edebilmenin en etkili yollarındandır.
Doğal doğumda en büyük yardımcı, ağrıların gidermesi için salgılanan endorfin hormonudur. Doğum sırasında oksitosin hormonu kasılmaları uyarır ve ağrıyı azaltmaya yardımcı olması için endorfin salınır. Oksitosin, annenin doğum için motive olmasına yardımcı olur.
Epidural gibi diğer anestezik müdahaleler, bu doğal hormonların salınımına müdahale eder ve annenin doğum sürecine hazırlanmasını engeller. Anestezi almış bir anne, bebeği etkili bir şekilde itemez. Ağrıyla baş etmesi için gerekli endorfini salgılayamaz.
Neden doğal doğum tercih edilmeli?
Doğal doğanın savunucuları, bu doğum metodunun hem anne hem de bebek için daha sağlıklı olduğunu önermektedir. Potansiyel olarak bebeğe zarar verebilecek herhangi bir ilaç bulunmayacaktır. Anne ve bebeğin bedenlerinin birbiriyle uyum içerisinde olacak şekilde doğum gerçekleşir. Anne uyanık olduğu için doğumda aktiftir ve her anın farkında olacaktır.
Bu yöntem ile doğum yapan kadınlarda, doğum sonunda gurur ve başarı hissi oluşur. Annenin iyileşme süresi potansiyel olarak azalır ve doğumdan kısa süre sonra kendisini çok daha iyi hisseder.
Ayrıca her tıbbi prosedürde olduğu gibi epidural ile yapılan anestezinin birtakım riskleri de vardır. Bel ağrısı, baş ağrısı, uygulama yerinde kanama, ateş, solunum zorlukları, bebeğin kalp atış hızının yavaşlaması, bebeğin kan basıncında düşüş görülmesi bu risklerdendir. Epidural ile doğum yapan kadınlarda en sık görülen diğer bir faktör ise, bebeğin çıkış anının hissedilmediği için doğum sırasında vajinal yırtılma ile daha sık karşılaşılmasıdır.
Doğal doğuma nasıl hazırlanılır?
Doğal doğuma hazırlanma süreci çok önemlidir. Anne adayı kendini mümkün olduğu kadar rahat hissetmelidir. Doğum odası istenilen şekilde ışıklandırılabilir, dinlendirici bir müzik listesi hazırlanabilir, pilates topu gibi egzersiz yapmaya yarayan aletlerden yararlanılabilir, sıcak bir duş alınabilir, masaj yaptırılabilir, aromatik yağlar kullanılabilir. Doğal doğum yapacak kadın, hiçbir serum takviyesi almadığı ve bebeğin kalp atışlarının dinlenmesi için monitöre bağlı kalmadığı için yatağa bağlı değildir. İstediği şekilde hareket edebilir ve sancıları pozisyon değiştirerek hafifletebilir. Bu tür doğumlarda daha çabuk açılma yaşandığı için doğum süresi de kısalacaktır.
Doğal doğumu seçmek için öncelikle gebelik döneminde hem annede hem de bebekte hiçbir sorunun olmaması gerekir. Aksi bir durum söz konusu olduğunda tıbbi müdahalede bulunmak en doğru seçenek olacaktır.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı
Op. Dr. Havva Pars Ağargün
11/7/2018
Tüp Bebek Tedavisinde En Çok Sorulan Sorular ve Cevaplar
Tüp Bebek Tedavisinde En Çok Sorulan Sorular ve Cevaplar
Tüp bebek tedavisi herkesin merak ettiği birçok aşama içeriyor ve günden güne bu tedaviye olan gereksinim artıyor. Bu sorulara doğru şekilde cevap vermek gerekiyor çünkü insanların korkup kaçması ve çekinmesi gerekmeyen tüp bebek uygulaması, insanları mutlu edebilecek bir teknoloji olmaya devam edecek.
Tüp bebek uygulaması sırasında cinsel ilişkiye girebilirsiniz ancak yumurta keseleri büyüdükten sonra, önlem olarak ilişkiye girmemeniz tavsiye edilebilir. Ayrıca sperm toplama gününden önceki süre zarfında da baba adayının cinsel ilişki kurmaması gerekir. Tüp bebekte dış gebelik oranları çok düşüktür ancak her zaman bir risk bulunmaktadır. Günümüzde genetik tarama, her gebelik için önerilmektedir ancak tüp bebekte bu uygulama daha kolay gerçekleştirilir. Tüp bebek merkezlerindeki genel taramalar her türlü kromozom bozukluğuna ve embriyonun başına gelebilecek risklere dair bilgi verir.
Tüp bebek tedavisi ile ilgili bir sayı sınırlaması yoktur. Her deneme başarısızlıkla sonuçlanıyorsa, durumun altında yatan belirlenir, şartlar ona göre uygunlaştırılır ve yeniden deneme yapılır. Uygulamada embriyo transferi için belirli bir gün sınırlaması yoktur, kadından kadına transfer zamanı değişiklik gösterebilir. Sperm bağışı mastürbasyon odalarında yapılır ancak bu konuda stres ve endişe duyan hastalara gerekli zaman tanınmaktadır. Eğer ereksiyon problemi varsa, cerrahi işlemle de sperm örnekleri alınabilir.
Tüp bebek tedavisinde erkeğin yaşı da kadının yaşı kadar önemlidir. Erkeğin genel sperm kalitesi yaşla birlikte ve 55 yaşın üzerindeki erkeklerin sperm hareketliliği %54 oranında azalır. Bu azalmaya bağlı olarak, çiftlerin yaşı ne kadar genç olursa, tüp bebek tedavisinde başarı oranı da o kadar artar.
Azospermi denilen ve spermin olmaması olarak adlandırılan durumda da tüp bebek tedavisi yapılabilir. Azospermi, erkeklerdeki kısırlık problemlerinin %15’ini oluşturur. Boşalma vardır ancak sperm yoktur. Bu durumda, öncelikle buna neden olan sorun belirlenir ve onun tedavisine yoğunlaşılır. Daha sonra, tüp bebek tekrar denenir. Anne ve babada oluşan genetik sorun, tüp bebek yönteminde yapılan ön hazırlıklar ve genel tarama testleri nedeniyle, önceden tespit edilebilir. Tüp bebekte sperm yıkama yapılır ve en sağlıklı sperm seçilir. Aynı zamanda embriyoda oluşabilecek anormallikler de araştırılır.
Tüp bebek tedavisinde başarı oranı, anne ve baba adaylarının genel sağlık durumuna, yaşlarına, kullandıkları ilaçlara, geçmiş tüp bebek denemelerine ve bu başarısızlığın nedenlerine, hormonal değerlere, embriyo kalitesine, bağışıklık sistemine, çiftin sürece uyumuna ve tüp bebek merkezinin donanımına göre değişmektedir. Turner sendromu, en çok görülen kromozomal sorunlardan biridir ve sadece kız çocuklarında olur. İlerleyen yaşlarda infertiliteye neden olan bu durumda, tüp bebek yapıldığından başarı oranları yüksektir.
Tüp bebek tedavisi öncesinde, rahim tüp filminin çekilmesi önerilmektedir. Çünkü rahim içinin tüm özellikleri incelenir ve işlevi ile ilgili bir sorun olup olmadığına dair ipucu verebilir. Ayrıca eğer bir sorun çıkarsa, histereskopi yapılabilir ancak işlem zorunlu değildir. Tüp bebek tedavisinde, tüplerin açık ya da kapalı olması önemli değildir. Fakat embriyonun rahim içine sağlıklı şekilde tutunması için tüplerin de sağlıklı olması gerekir. Eğer rahime giriş kapalıysa, düşük ya da dış gebelik yaşanabilir.
Yumurtalık kisti veya miyom varsa, tüp bebek uygulanabilir. Ayrıca bu durumda normal yollarla da hamile kalınabilir. Genel olarak, miyomun türü, boyutu, sayısı ve oluştuğu yer önemlidir. Yumurtalık kistleri kötü huylu değilse, cerrahi işleme gerek duyulmaz. Kemoterapi ve bazı ilaçlar üreme yeteneğine zarar verebilir ve bu durumda embriyolar dondurulabilir. Dondurulmuş embriyolar, genel olarak hayat boyu kullanılabilir.
Tüp bebek tedavisi için sperm sayısının yanında diğer sperm özellikleri de önemlidir. Cinsel ilişki ile hamilelik oluşması için, sperm konsantrasyonu 15 milyon ve sperm sayısı da en az 39 milyon olmalıdır. Değerler azaldıkça gebe kalma şansı da düşecektir. Sperm sayısını çeşitli şekillerde artırabilirsiniz. Dengeli beslenmek, sağlıklı kiloda kalmak, hafif spor yapmak ve sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıklardan kurtulmak sperm sayısını artırabilir. Ayrıca aşırı egzersizden kaçınmak, sıcak banyo yapmamak ve uzun süre araba veya bisiklet kullanmamak da etkili olabilir.
Sperm hareketliliği düşükse, bu durumu düzelttikten sonra tüp bebek yapılabilir. Spermin hareketliliği, yumurtayı dölleme kabiliyetini etkiler. Duruma cerrahi yöntemlerle müdahale edilebilir ve ayrıca bazı gıda takviyeleri ve ilaçlar ile hareketlilik artırılabilir. Sperm sayısı az ise, rahime yerleştirmek amacıyla seçilecek embriyo için seçenekler de azalır. Eğer hiç sperm yoksa, cerrahi işlemle sperm alınabilmektedir. Tüp bebek tedavisi sonrası, yumurtalık rezervi tükenmez ancak belirli bir oranda azalır. Aslında her tüp bebek denemesinden sonra sayı giderek düşer ancak bu tüp bebekte başarı şansını etkilemez.
Tüp bebek tedavisi öncesinde, dengeli beslenmek yararlıdır. Başarı oranını artırabilir, sağlıklı kilonun korunmasına yardım edebilir ve böylece rahat bir tedavi süreci geçirebilirsiniz. Ayrıca tedavi sonrasında da, sağlıklı besinler tüketilmelidir. Doğum gerçekleşene kadar folik asit, omega-3 ve demir bakımından zengin beslenmek gerekir.
Polikistik Over Sendromu (PCOS) varsa tüp bebek yaptırabilirsiniz. Ancak önce destekleyici ilaçlar ve doktor önerileri uygulanır. Daha sonra tüp bebek tedavisi yapılır. Tüp bebek uygulamasında herhangi bir sayı sınırlaması yoktur ve çiftlerin isteğine bağlı olarak defalarca yapılabilir. Sperm dondurma işlemi; sperm sorunları oluşmaya başlayan, ilerleyen zamanlarda bebek sahibi olmak isteyen, kanser tedavisi görmeye başlayacak olan ve vazektomi ameliyatı yapılacak kişilere uygulanabilir. Yumurta dondurma işlemi, yumurtalık rezervi azalmaya başladıysa veya herhangi bir üreme problemi ilerlemeye devam edecekse uygulanır.
Başarısız bir tüp bebek tedavisinden sonra, en az 2 ay ve en fazla 6 ay beklemek yeterli olacaktır. Daha uzun süre beklemek, yumurtalık rezervlerinin azalmasına neden olabilir ve motivasyonu düşürür. Mesa, cerrahi işlem ile sperm elde edilmesi işlemidir.
Kaynaklar:
http://americanpregnancy.org/infertility/in-vitro-fertilization/
https://www.bulenttiras.com/tup-bebek-tedavisi-hakkinda-en-cok-sorulan-sorular-ve-cevaplari
2/6/2018
Bebek Dostluğuna Devam...
Sağlık Bakanlığı Bebek Dostu Sağlık Kuruluşları Ulusal Değerlendirme Ekibi tarafından, “Anne Sütünün Teşviki ve Bebek Dostu Sağlık Kuruluşları Programı” kapsamında İzmir İli kamu ve özel sağlık kuruluşları değerlendirildi.
“Anne Sütünün Teşviki ve Bebek Dostu Sağlık Kuruluşları Programı” kapsamında, anne sütü ile beslenme ve emzirmenin teşvik edildiği doğru uygulamaları hizmet standartlarına yansıtan kuruluşların “Bebek Dostu Hastane” ve “Bebek Dostu Aile Hekimliği Birimi” unvanlarının devam edip etmemesinin kararının verilebilmesi amacıyla İzmir’de 4 gün süreyle sağlık kuruluşları değerlendirildi.
Ulusal Değerlendirme Ekibi tarafından, 9 ilçede, 6 Devlet Hastanesi, 8 Özel Hastane, 7 Aile Sağlığı Merkezinde incelemelerde bulunuldu.
“İzmir İli Bebek Dostu Sağlık Kuruluşları Değerlendirme Raporu” açıklandı.
Kurumumuz bu değerlendirme de 100 tam puan alarak ''Bebek Dostu Kurum'' ünvanını hak ettiğini, uygulamalarının eksiksizliğini kanıtlamış ve bu ünvanı devam ettirmeye hak kazanmıştır.
Bu başarı sadece biz çalışan personelin değil, aynı zaman da siz sevgili anne ve babalarımızın da başarısıdır. Daha sağlıklı ve zeki nesiller için gece gündüz demeden bebekleri ile ilgilenen, emzirmek-emzirmenin sürdürülmesini sağlamak adına fedakarlıklarını gösteren tüm anne ve babalarımıza bize bu gururu yaşatmakta ki katkıları için sonsuz teşekkür ederiz...
Sağlıklı ve mutlu yarınlar için biz her zaman desteğe hazırız.
08 Nolu Urla İskele Aile Sağlığı Merkezi Ekibi
◄
1 / 1
►
TÜRK TORAKS DERNEĞİ' NİN DELTA VARYANTI AÇIKLAMASI
Soru ve Cevaplarla Delta Varyantı Hakkında Merak Edilenler
11.08.2021
Soru: SARS-CoV-2 virüsünün varyantlarının gelişimi sürpriz midir?
Cevap: Hayır sürpriz değildir. Virüsler sıkça mutasyon geçirirerek kendilerini farklılaştırırlar. Ancak her mutasyon varyant demek değildir.
Soru: Virüsün mutasyon geçirmesine aşılar mı neden oluyor?
Cevap: Hayır, virüsün mutasyon geçirmesinin en önemli koşulu özgürce çoğalabilme fırsatını bulmasıdır. Mikroorganizmalar kendilerini çoğaltırken genetik hata yaparlar ve biz buna mutasyon deriz. Eğer çoğalırken yapılan “hata”, canlının hayatta kalmasını güçlendiriyorsa o mutasyon o canlı grubunda baskın olarak devam eder. Aksine “hata” dediğimiz mutasyon, canlının yaşamasını güçlendirmiyorsa elenir gider zamanla. Aşılanma ise mikroorganizmalara karşı insanın bağışıklık sistemini güçlendirip virüsün çoğalmasını engellediği için hataları, yani mutasyonları ve mutasyonlar sonrasında yeni varyantların oluşumunu engeller.
Soru: Mutasyon ile varyant arasındaki fark nedir?
Cevap: Mutasyon, mikroorganizmadaki genetik değişikliktir. Tek başına bir önemi yoktur. Ancak eğer bu mutasyonlar artarsa mikro organizmanın davranışı değişir –ki biz o zaman bu yeni değişmiş mikroorganizmaya varyant deriz.
Soru: Delta, böyle bir varyant mıdır?
Cevap: Evet, orijinal SARS-CoV-2 virüsünde zamanla pek çok mutasyon olmuş ve orijinal virüsün davranışı değişmiştir. Dünya Sağlık Örgütü bu davranışı değişmiş SARS-CoV-2 virüsünü “Delta Varyantı” olarak adlandırmıştır.
Soru: Delta varyantının davranışında nasıl bir değişiklik olmuştur?
Cevap: Delta’nın orijinal virüsten en önemli farkı insan hücrelerine bağlanabilme kapasitenin artmış olmasıdır. Bu değişim sayesinde delta varyantı önceki haline göre çok daha bulaşıcı bir biçime dönüşmüş ve su çiçeği kadar bulaşıcı bir karakter kazanmıştır.
Soru: Delta varyantı ile hastalanan kişilerin yakınmalarında da bir değişikliğe yol açmış mıdır?
Cevap: Evet. Delta varyantı ile hastalanan kişilerin ilk yakınmaları öksürük ve koku kaybından ziyade burun akıntısı, boğaz ve baş ağrısı olmaktadır.
Soru: Delta varyantı orijinal virüs ve diğer varyantlara kıyasla daha az şiddette hastalığa mı yol açıyor?
Cevap: Hayır, tam aksine delta varyantının diğer varyantların aksine daha ağır hastalığa yol açabildiği yolunda ciddi veriler vardır. Daha önemlisi bu varyant, COVID-19 hastalığının tedavisinde temel ilaçlardan birisi olan monoklonal antikorlara karşı da daha dirençlidir.
Soru: Delta varyant ile ölüm sayıları geçmişe kıyasla daha mı düşük?
Cevap: Aslında düşük değil. Sadece günlük yüz civarındaki ölümlere alıştık. Ayrıca eskiden bu vefat sayılarına ulaştığımızda günlük vaka sayıları daha yüksekti.
Soru: Yapılan aşılar işe yaramadı mı?
Cevap: Tam aksine çok işe yaradı. Hatırlarsanız aşı öncesi hemen her gün bir sağlık çalışanı ölüyordu. Aşıdan sonra bu ölümler çok azaldı.
Soru: Aşılanma delta varyantında işe yaradı mı?
Cevap: Evet yaradı. Ne yazık ki halen kaybettiğimiz insanların çoğu ya hiç aşılanmamış ya da aşılarını tamamlamamış kişilerdir. Aşılanmayı ne kadar arttırırsak delta varyantının yol açtığı ölümler de o oranda azalacaktır. Zaten araştırmalar aşılanmamış kişilerde delta varyantının daha ağır hastalığa yol açtığını göstermektedir.
Soru: Kullanılan aşılar tüm varyantlara karşı koruyucu mu?
Cevap: Evet tüm aşılar tüm varyantlara karşı halen koruyucu. Ne iyi ki aşının etkisiz olduğu bir varyant henüz gelişmedi. Ancak eğer aşılama yaygınlaşmazsa virüs hayatta kalabilmek için bu yönde mutasyonlar geçirerek aşıların etkisiz kalabileceği bir varyant geliştirebilir.
Soru: Aşıların etkili olmasından ne anlamalıyız?
Cevap: Aşıların ilk ve öncelikli amacı ağır ve ölümcül COVID-19’ un geçirilme ihtimalini önlemektir. Hem ölü virüs aşıları (örneğin CoronaVac), hem viral vektör aşıları (örneğin Sputnik V), hem de mRNA aşıları (örneğin Pfizer-BioNTech aşısı olan Comirnaty) ağır ve ölümcül şiddetli COVID-19 hastalığını yüzde 90’ların üzerinde önleyebilmektedir.
Soru: Tek doz aşı korur mu?
Cevap: Türkiye’ de kullanılan aşıların tümü iki doz ile etkin biçimde koruma sağlamaktadır. Bunun tek istisnası daha önceden hastalık geçirmiş olmaktır. Daha önce hastalık geçirmiş olanlar tek doz mRNA (Türkiye için Pfizer-BioNTech aşısı olan Comirnaty) aşısı ile korunabilirler.
Soru: Aşı olan hastalık geçirebilir mi?
Cevap: Evet geçirebilir. Çünkü halen kullanımdaki aşılar hastalığın hafif biçimde geçirilmesini tam olarak önleyememektedirler. Öte yandan mRNA aşıları hastalığın hafif formunu önlemek konusunda en etkin aşılardır. Ayrıca hangi aşı uygulanmış olursa olsun maskenin ağız ve burunu örtecek biçimde takılması COVID-19’un geçirilmesini ve hastalığın başka kişilere bulaşmasını çok etkin biçimde engeller.
Soru: Aşı olmuş kişilerin bulaştırma kapasitesi ve süresi aşı olmamış kişilerle aynı mıdır?
Cevap: Hayır değildir. Aşılanmış kişiler, aşılanmamış kişilere göre hem daha az virüs taşırlar hem de daha kısa süre bulaştırıcıdırlar. Çalışmalar bu iki nedenden dolayı toplum genelinde hastalığı yayan kişilerin ağırlıkla aşılanmamış kişiler olduğunu ortaya koymaktadır.
Soru: PCR testleri delta ve diğer varyantları saptayabilir mi?
Cevap: PCR başta olmak üzere COVID-19’a yönelik tüm testler varyantları tespit edebilir ancak hangi varyant olduğunu söyleyemez. Varyant ayrımını yapmak için ileri genomik incelemeler yapmak gereklidir.
Soru: Varyantlardan korunma yöntemlerinde bir değişiklik var mı?
Cevap: Evet “Maske, (Fiziksel) Mesafe, Hijyen” üçlüsüne “Havalandırma” eklenmiştir. Kapalı alanların etkin biçimde özellikle doğal yoldan havalandırılması korunmanın temel bileşenlerinden birisi haline gelmiştir.
Soru: Standart tıbbi maske kullanmak yeterli mi?
Cevap: Kapalı mekânlarda çalışma zorunda kalan insanlar için yeterli olmayabilir. Bu kişiler mümkünse standart cerrahi maske yerine havadaki virüsün yüzde 95’ini süzen özel maske kullanmalıdır.
Soru: Bunlara ek olarak sağlıklı olmak için neler yapılmalı?
Cevap: Ölçüm yapılarak D vitamini eksikliği gösterilmediği sürece D vitamini alınmamalı. Besin takviyeleri kullanılmamalı. Sigara ve/veya herhangi bir tütün ürünü kullanılıyorsa hemen bırakılmalı. Elektronik sigara ve ısıtılmış tütün ürünlerinin de COVID-19 hastalığını ağırlaştırdığı bilinmeli. Açık havada spor yapmak ve ideal kilonun koruyucu olduğu unutulmamalı.
Soru: Kapalı alanlar ve havalandırma deyince aklımıza okullar geliyor. Sizce okullar açılmalı mı? Yüzyüze eğitim büyük bir risk değil mi?
Cevap: Evet bir risk. Tümüyle güvenli koşullar yok ne yazık ki. Ancak ülke olarak bir konuda karar vermeliyiz: Eğitim riskini mi göze alalım, turizm faaliyetlerini mi? Çok açık ki ekonomi uğruna turizm riskini göze aldı. Oysa turizm gelirleri kısa dönemli kazançtır. Eğitim ise bir toplumun orta – uzun dönemini belirler. Ne yazık ki Türkiye, ekonomik sorunlar nedeniyle ülke olarak orta – uzun dönemini kaybediyor. Özellikle orta – düşük sosyoekonomik kesimlerin yaşama tutunabilme şansını yitiriyor. Okulların kapalı olması nedeniyle erkek çocuklar hızla çalışmaya, kız çocuklar ise evlenmeye yönlendiriliyor. Bu nedenle geleceğimi yitirmemek için okulları mutlaka yüz yüze eğitime açmalıyız. Güvenli eğitim ortamını oluşturmalıyız.
Soru: Sizce güvenli eğitim ortamı nasıl oluşturulur?
Cevap: Öncelikle Türkiye genelinde halen artış döneminde olan salgını baskılamalıyız. Eğer ülke olarak okulların açılacağı Eylül ayına günlük yirmibinleri aşan bir hasta sayısı ile girersek okulları açık tutmayı başaramayız. Ayrıca bu dönemde hızla öğretmenleri aşılamak ve hem yeni sınıflar yapıp hem de yeni öğretmen istihdamı yaparak öğretmen başına düşen öğrenci nüfusunu azaltmak zorundayız. Son olarak sınıfların havalandırmasını yetkinleştirmeliyiz. Tüm bunlar başarılmayacak işler değil. Unutmayalım bir yılı aşkın bir zamandır okullarımız kapalıydı. Zamanımız oldukça çoktu.
Soru: Okulları açtıktan sonra neler yapılmalı?
Cevap: Okullarda hem öğretmenler hem de öğrenciler için yaygın PCR ve hızlı test taramaları yapılmalı. Aileler de yakınması olan çocukları okula birkaç gün göndermeyerek okulların açık kalmasına katkı sunmalı.
21 Nisan 2022
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ WEB SAYFASINDAN BİLGİLER...
Kalp Hastalığı Salgınının Ardındaki Sinsi Düşman "Kolesterol" Hakkında Sık Sorulan Sorular
Kolesterol Nedir?
Kolesterol vücudumuzun bütün hücrelerinde bulunan yağ benzeri bir maddedir. Kolesterol hücre zarının, bazı hormonların yapımında kullanılır, ancak kanda fazla miktarda bulunması zararlıdır. Kolesterol bir yandan karaciğerde üretilirken, besinlerle de alınır. Et, süt ürünleri, yumurta gibi hayvansal kaynaklı besinlerde kolesterol bulunur, meyve, sebze ve tahıllarda ise bulunmaz.
Kolesterol Neden Önemlidir?
Kan kolesterol düzeyinin yüksek olması kalp damar hastalığı tehlikesini arttırır. Kişinin kolesterol düzeyi ne kadar yüksekse kalp hastası olma ihtimali de o kadar yüksektir. Türkiye’de erkek ve kadında birinci sırada gelen ölüm nedeni kalp damar hastalığıdır.
İyi Kolesterol (HDL-Kolesterol) - Kötü Kolesterol (LDL-Kolesterol) Nedir?
Kolesterol karaciğerden hücrelere ve hücrelerden tekrar karaciğere kan yoluyla taşınır. Kolesterol ve diğer yağlar kanda erimedikleri için lipoprotein denen paketler halinde taşınırlar. Bunlardan kolesterolü taşıyanlar iki cinstir, bunlar kötü kolesterol olarak bilinen LDL-Kolesterol ve iyi kolesterol olarak bilinen HDL- Kolesteroldür.
LDL kolesterol kanda kolesterolü taşıyan başlıca pakettir. Kanda yüksek olduğu zaman damarların içyüzüne yapışıp buralarda plaklar oluşturur. Kolesterol dışındaki bazı maddelerin de eklenmesiyle bu plaklar büyür ve bunlar üzerinde oluşan çatlaklarda oluşan pıhtılar damarları tıkar. Çağımızda çok yaygın olan bu hastalık damar sertliği olarak bilinir. Damar tıkanıklığı kalp damarlarında olmuşsa kalp krizine, beyin damarlarında olmuşsa felce neden olur.
Kandaki kolesterolün bir bölümü de HDL-Kolesterol adı verilen paketlerin içinde taşınır. HDL-Kolesterol damarlarda kolesterolün birikimini önler. Yapılan araştırmalar HDL- Kolesterolü yüksek olan kişilerde kalp hastalığının daha az olduğunu göstermiştir. Türk Kardiyoloji Derneğinin yapmış olduğu araştırmalarda Türk toplumunda HDL-Kolesterol değerinin düşük olduğu gösterilmiştir. Sigara içme ve şişmanlık iyi kolesterolü düşürür, düzenli egzersiz yükseltir.
HDL-K de bir kolesterol olduğuna göre nasıl iyi kolesterol olabilmektedir?
Kandaki kolesterollerin etkilerine bakıldığında, bunun cevabı kolaylıkla bulunabilir. LDL-K karaciğerde üretilmekte ve kana verilmektedir. Kana verildikten sonra bu LDL-K kan damarlarının duvarlarında birikmektedir. Damarlardaki bu birikintiler “aterosklerotik plak” olarak adlandırılmakta ve bunların büyümesi halinde damar boşluğu daralmaktadır. HDL-K, LDL-K’ün tam tersi etkiye sahiptir. Kanda dolaşan kolesterolü toplayıp, vücuttan atılmasını sağlamak üzere karaciğere getirmektedir. Böylece kan damarlarının kolesterolün zararlı etkilerine maruz kalmasını azaltmaktadır.
Normal Kan Kolesterol Düzeyleri Ne Olmalıdır?
Kan Toplam Kolesterol, LDL-Kolesterol ve HDL-Kolesterol düzeyleri aşağıdaki gibi sınıflanır:
Toplam KolesterolLDL KolesterolHDL Kolesterol
Normal200 mg/dl den düşük130 mg/dl den düşük40 mg/dl den yüksek
Sınırda yüksek200-240 mg/dl130-159 mg/dl
Yüksek240 mg/dl’den yüksek160 mg/dl ve üzeri60 mg/dL den yüksek
Kolesterol düzeyi değerlendirilip ilaç tedavisine karar verilirken kişide damar hastalığı bulunup bulunmaması veya diğer hastalık riskini arttırıcı faktörlerin olup olmaması da göz önüne alınır. Örneğin başka risk faktörü olmayan, iyi kolesterolü de yüksek menopoz öncesi bir kadında 230 mg/dl lık bir düzey risk oluşturmazken, kalp krizi geçirmiş 55 yaşındaki bir erkekte aynı düzey kolesterol düşürücü ilaç tedavisi başlanmasını gerektirebilir.
İyi kolesterol ya da HDL-K düşük demek için hangi değerin altında olması gerekmektedir?
HDL-K düşüklüğü için erkek ve kadınlarda farklı değerler vardır. Kadınlarda 50 mg/dl, erkeklerde 40 mg/dl’nin altında olması durumunda HDL-K düşüklüğünden bahsedilmektedir. Türk toplumunda genel olarak HDL-K değerleri daha düşük bulunmaktadır.
Kolesterol riski nasıl tahmin edilmektedir?
Önceki çalışmalarda daha ucuz ve kolay olduğu için riski belirlemede total kolesterol ölçülürdü. Artık LDL-K ve HDL-K değerlerine kolaylıkla bakılmaktadır. LDL-K değerlerindeki her 10 mg/dl’lik artış, kalp krizi riskini yaklaşık %20 oranında artırmaktadır. Buna karşılık HDL-K değerlerindeki yükseklikle birlikte kalp krizi riskinde azalma olmaktadır. HDL-K her 1 mg/dl’lik artış kalp damar hastalığı gelişme riskini %2-3 oranında azaltmaktadır.
Kimler, ne sıklıkla kolesterol ölçtürmelidir?
20 yaş üzerindeki kişilerde serum kolesterol düzeyi ölçülmeli, normal bulunanlarda 5 yılda bir kontrol edilmelidir. Eğer olanak varsa aynı zamanda trigliserid ve HDL-Kolesterol düzeyleri de ölçülmelidir.Bu ölçümlerden LDL-kolesterol (LDL-K=Total kolesterol – (HDL-K + Trigliserid / 5) formülü ile hesaplanır.
Kolesterol Yüksekliği Hangi Şikayetlere Sebep Olur?
Vücudumuzdaki hücrelerin fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için kolesterole ihtiyacı vardır. Fakat bu kolesterol gereğinden fazla olursa damarların duvarlarında birikerek ‘aterosklerotik plak’ dediğimiz yapıları oluşturur. Bu plaklar zamanla büyüyerek damar boşluğunu daraltır. Bu daralma bazen yavaş, bazen de plağın yırtılıp kanla temasa geçmesi halinde hızlı olabilmektedir. Damar boşluğunun hızlı ya da yavaş daralması sonucu bu damar yapılarının beslemiş olduğu organlara yeterli kan gitmemekte, bunun sonucunda kalp krizi ya da inme gibi hayatı tehdit edici durumlar oluşmaktadır. Bu nedenle 20 yaşın üzerindeki kişiler kan kolesterol düzeylerini bilmeli ve bunun gerektirdiği yaşam tarzı değişikliklerini uygulamalıdır. Özellikle anne, baba veya kardeşlerinde erken yaşta kalp hastalığı olduğu bilinen kişiler, şeker hastaları mutlaka kan kolesterollerini ölçtürmeli ve gereken önlemleri almalıdır.
Kolesterol Yüksekliği Neden Önemlidir?
Kan kolesterol düzeyinin yüksek olması kalp damar hastalığı riskini arttırır. Kişinin kolesterol düzeyi ne kadar yüksekse, kalp hastalığı olma ihtimali de o kadar yükselir. Türkiye’de erkek ve kadında birinci sırada gelen ölüm nedeni kalp damar hastalığıdır.
Yaşam tarzı değişiklikleri kolesterol değerlerini düşürür mü?
Yağlı besinlerin azaltılması, sıvı yağların tercih edilmesi, aşırı kalorili yiyeceklerden kaçınılması, düzenli egzersiz yapılması, kilonun azaltılması gibi hayatımızda yapacağımız olumlu değişiklikler özellikle HDL-K’ü yükseltirken, trigliserid değerlerini düşürmektedir. Diyetimize dikkat edersek ve düzenli egzersiz yaparsak LDL-K değerlerinde %10 -15’lik bir azalma sağlayabiliriz.
Kolesterolün ilaçla tedavisi gerekli midir?
Yeterli diyete ve egzersize rağmen kan yağlarında hedeflenen değerlere çoğu zaman ulaşılamamaktadır. Bu durumda ilaç tedavisi gereklidir.
İlaçla tedavide hangi ilaçlar kullanılmaktadır?
Kolesterolü düşürmek için birkaç çeşit ilaç kullanılmaktadır. Bunlar içerisinde statin olarak adlandırılan ilaçlar, en çok kullanılan ve bugün için LDL-K’ü en çok düşüren ilaçlardır. Bu ilaçlar karaciğerde kolesterol yapımını azaltarak etki gösterirler. Kullanılan dozlar LDL-K’de %25-50 azalma, HDL-K’de %5-10 oranında yükselme sağlar. Statinler dışında farklı ilaçlar da kullanılabilir. Özellikle kolesterolün bağırsaklardan kana geçişini azaltan ilaçlar (ezetimibe) popüler olmaya başlamıştır. Bu ilaçların özellikle statinlerle birlikte kullanımında LDL-K’de belirgin düşüşler izlenmektedir.
Kolesterol düşürücü ilaçların birbirlerine karşı bir üstünlüğü var mıdır?
Bugün için LDL-K’ü en çok düşüren ilaçlar statinlerdir. LDL-K düşürücü etkiler bakımından bu ilaçlar arasında fark vardır. Şu an için önemli olan, hedeflenen LDL-K değerlerine ulaşmaktır. Bunun için kullanılan statinlerin dozları artırılarak ya da başka gruptan ilaçlarla (bağırsaktan kolesterol emilimini azaltan ilaçlar) birlikte kullanılarak istenilen hedefe ulaşılmaya çalışılmalıdır.
Kolesterol değerimiz ne kadar düşük olmalı? Herkes için bir normal ya da anormal değer var mıdır?
Tüm hastalar için belirlenen normal ya da anormal değer yoktur. Hastada kolesterol hastalığı dışındaki hastalıklarına bakılarak hedef LDL-K değeri belirlenir. Bunun yanında hastanın ileriki yıllarda kalp krizi geçirme riskini belirlemede kullanılan bazı tablolar vardır. Bu tablolara göre hastanın kalp krizi geçirme riski yüksekse, bu hastaların LDL-K değerlerinin daha düşük tutulması gerekir. Sadece kolesterol yüksekliği olanlarda hedef değer, LDL-K’ün 160 mg/dl’nin altında olmasıdır. Diyabeti (şeker hastalığı), koroner kalp hastalığı gibi hastalığı olanlarda LDL-K değerinin 100 mg/dl’nin altında olması yeterli görülse de, artık bu değerler daha da aşağı çekilmektedir. Diyabeti ve koroner kalp hastalığı olan hastalarda LDL-K hedef değeri daha da düşük olup, 70 mg/dl hatta daha da düşük olması gerektiği yönünde yapılmış çalışmalar vardır. İstenilen LDL-K değerleri ve kalp krizi geçirme riski konusunda doktorunuzla ayrıntılı olarak görüşmeniz önerilir.
HDL-K düşüklüğünde ne yapılması gerekmektedir?
HDL-K düşüklüğü olan hastaların yapması gereken ilk şey, yaşam tarzında değişikliğidir. Uygun ve yeterli beslenmenin yanında egzersiz ve sigaranın bırakılması kolesterol değerlerinde olumlu değişikliklere yol açmaktadır. Kolesterol yüksekliğinin tedavisinde sık kullanılan ilaçlardan olan statinler, HDL-K değerlerinde sadece %5–10 mg/dl’lik artış sağlarken, sigaranın bırakılması HDL-K değerlerini %15-20 oranında yükseltmektedir. Niasinler bugün için HDL-K’ü en çok arttıran ilaçlar olup, HDL-K değerlerini %45 oranında yükseltebilmektedir. Ancak bu grup ilaçlar Türkiye’de bulunmamaktadır.
Balık yağı ya da vitamin ilaçlarının kolesterolü iyileştirici etkileri var mıdır?
Balık yağı kullanımında HDL-K’de kısmi bir iyileşme olmaktadır. Daha önceleri oldukça popüler olan vitaminlerin bugün için kalp hastalıklarını önlemede bir etkisi olmadığı bilinmektedir.
Hangi sıklıkla kan kolesterol değerlerime baktırmalıyım?
Doktorunuzun ek önerisi olmadığı sürece 20 yaş üstü insanların en az 5 yılda bir kolesterol değerlerine baktırmaları önerilmektedir.
Trigliserid Nedir? Normal Düzeyleri Ne Olmalıdır?
Trigliserid yağın doğada bulunduğu şeklidir. Kolesterol gibi hem vücutta yapılır hem de besinlerle alınır. Kandaki ölçülen düzeyi yüksek olanlarda kalp hastalığı daha sık bulunmuştur. Kan kolesterol düzeyi ile kalp hastalığı ilişkisi daha belirgin olduğundan, ikinci sırada hedef alınan kan yağıdır.
Trigliserid Düzeyleri
Normal150 mg/dl den düşük
Sınırda yüksek150- 199 mg/dl
Yüksek200- 499 mg/dl
Çok Yüksek500 mg/dL ve üzeri
Neden Kan Yağları Bazı Kişilerde Düşük Bazılarında Yüksektir?
Kan Kolesterol ve Trigliserid düzeyleri kalıtsal ve çevresel faktörlerin bir bileşimidir. Yağların emilimi, karaciğerde işlenmesi, yapılması, hücreler tarafından alınması, hücreler yıkıldıktan sonra karaciğer tarafından geri alınması çok karmaşık bir olaylar zinciridir. Bu zincirin çeşitli halkalarında doğuştan oluşabilen farklılıklar kişilerde yağların kan düzeylerinin de farklı olmasına yol açarlar. İkinci önemli faktör de beslenme şeklidir. Günlük besin tüketimindeki yağ miktarı kişinin kalıtsal özelliklerine göre değişen oranda kan düzeyini belirler.
Kolesterol Düzeyi Toplumlar Arasında Farklılık Gösterir mi?
Çeşitli toplumların ortalama kolesterol değerleri farklıdır. Bu farklılıkta o toplumu oluşturan kişilerin kalıtsal özellikleri yanında beslenme tarzı da rol oynar. Diyetlerinde fazla doymuş yağ bulunan toplumların ortalama kan kolesterol düzeyleri, yağ tüketimi düşük olanlara göre daha yüksektir, bu toplumlardaki kalp damar hastalığı sıklığı da daha yüksektir.
Kan Kolesterol Düzeyinin Düşürülmesi Kalp Damar Hastalığı Olasılığını Azaltır mı?
Kan kolesterol düzeyinin diyetle veya ilaçlarla düşürülmesinin kalp hastalığı bulunmayanlarda hastalığın oluşma olasılığını azalttığı, kalp hastalığı bulunanlarda da yaşam süresini uzattığı kesin olarak gösterilmiştir. Toplum olarak beslenme tarzını değiştirmeyi başarabilen ve ortalama kolesterol düzeyi düşen toplumlarda da kalp damar hastalığı sıklığı azalmıştır.
Kalp damar hastalığına yol açan diğer risk faktörleri nelerdir?
-
Yaş: 45 yaşın üzerindeki erkeklerde ve 55 yaşın üzerindeki kadınlarda kalp damar hastalığı daha sıktır.
-
Aile hikayesi: Anne, baba kardeş gibi birinci derecede yakınlarında kalp hastalığı olanlarda kalp hastalığı daha sıktır.
-
Sigara
-
Tansiyon yüksekliği (Kan basıncının 140/90 mm Hg’nın üzerinde olması)
-
Şeker hastalığı
-
Şişmanlık: Kilonun boya göre fazla olması, vücuttaki yağın daha çok karın bölgesinde toplanması kalp hastalığı tehlikesini arttırır. Bel çevresinin erkeklerde 102 cm’den, kadınlarda 88 cm’den fazla olması riski yükseltir.
Bu risk faktörleri bulunan kişilerde birlikte kanda kolesterol veya trigliserid yüksekliği varsa kalp hastalığı riski katlanarak artar.
Besinlerdeki yağ çeşitleri nelerdir ve bunlar kan kolesterol düzeyini nasıl etkilerler?
Besinlerdeki yağlar üç çeşittir. Doymuş yağ asitleri, tekli ve çoklu doymamış yağ asitleri içeren yağlar. Katı yağlarda doymuş yağlar, sıvı yağlarda doymamış yağlar fazladır. Diyetteki doymuş yağlar ve kolesterol kan kolesterol düzeyini arttırırlar. Doymuş yağlar en fazla hayvansal yağlarda bulunur. Koyun eti, sığır eti, yağlı sütten yapılmış süt ürünleri, sert margarinler doymuş yağların en çok bulunduğu besinlerdir. Sıvı yağlarda ise doymamış yağ asitleri bulunur. Ayçiçeği yağı, mısır özü yağı gibi yağlarda çoklu doymamış yağ asitleri, zeytin yağında da tekli doymamış yağ asitleri bulunur.
Sağlıklı bir diyette yağlar ne oranda bulunmalıdır?
Günlük toplam kalorinin %30’u yağlardan alınmalıdır. Bu miktar erkek için günde 55-70 gr, kadın için 50-60 gr yağ alınması demektir. Doymuş, çoklu doymamış ve tekli doymamış yağlar eşit oranda bulunmalıdır.
Kalp hastalığından koruyucu bir diyetin özellikleri nelerdir?
-
Kilosu olması gerekenden fazla olan kişiler toplam kalori alımını azaltıp, hareketlerini arttırarak kilo vermelidirler. Kilo artışı kolesterol yükseltici bir faktördür.
-
Etlerdeki görünen yağlar pişirilmeden önce ayrılmalı, sakatat tüketimi çok azaltılmalıdır.
-
Sosis, salam, sucuk gibi işlenmiş et ürünleri doymuş yağları fazla içerdiğinden az tüketilmelidir.
-
Tavuk, hindi ve balık eti koyun ve sığır etine tercih edilmeli. Kızartma yerine ızgara, haşlama, buğulama gibi pişirme şekilleri kullanılmalıdır.
-
Balık eti kalp sağlığı açısından en yararlı ettir. Ancak balık yağını ilaç olarak almak doktorunuz tarafından tedavi olarak verilmemişse önerilmez. Karides ve kabuklu deniz hayvanları kolesterolden zengindir.
-
Tahıl, sebze ve meyve tüketimi arttırılmalıdır. Bu besinler yağdan fakir vitamin ve posadan zengindirler. Eriyebilen posanın kolesterolü düşürdüğü çeşitli araştırmalarda gösterilmiştir. Yulaf, çavdar, fasulye, bezelye, pirinç kabuğu, turunçgiller, çilek eriyebilen posadan zengindir. Kepek, havuç, turp, lahana, karnabahar, meyve kabukları ise erimeyen posa içerirler, bu tür posanın kolesterol üzerine etkisi yoktur, ancak bağırsakların normal çalışmasını sağlar.
-
Tam yağlı sütten hazırlanmış süt ürünleri yerine az yağlı veya yağsız sütten hazırlananlar tercih edilmelidir. Eti az yiyen kişilerin peyniri fazla tükettikleri görülmüştür. Ülkemizde sık tüketilen tam yağlı beyaz peynir ve kaşar peynirde doymuş yağ oranı yüksektir. Az yağlı peynir ve yoğurtlar tercih edilmelidir.
-
Pasta, krema, dondurma çoğunlukla doymuş yağlar ve yumurta sarısı içerdiğinden az tüketilmelidir.
-
Haftada 3 veya 4 den fazla yumurta yenmemelidir. Yumurta sarısı kolesterolden zengindir. Yumurta beyazı protein içerdiğinden daha çok tüketilebilir.
Kolesterolü düşürmek için yağdan fakir diyet uygulama dışında neler yapılabilir?
Sigara, kolesterolün damar duvarında birikmesine ve biriken yağ plaklarının çatlayarak damarı tıkamasına neden olduğundan bırakılmalıdır. Sigara içme kandaki iyi kolesterol düzeyinin düşmesine neden olur. Fizik aktivitenin arttırılması da kötü kolesterolün düşmesine, iyi kolesterolün yükselmesine yol açar. Günlük en az 30 dakika sürecek yürüyüş kalp hastalığı riskinizi azaltacaktır. Az miktarda alınan alkolün iyi kolesterol düzeyini yükselttiği çeşitli araştırmalarda gösterilmiştir. Ancak bu şekilde yükseltilen iyi kolesterolün kalp damar hastalığından koruyucu etkisi bilinmediğinden ve alkolün diğer zararlı etkileri nedeniyle kalp hastalığından korunmada alkol kullanımı önerilmez.
Diyet ve diğer yaşam tarzı değişikliklerine rağmen kolesterol veya trigliserid düzeyleri istenen düzeylere indirilemezse hekimler tarafından verilen ilaçların kullanılması gerekir. Kalp krizi veya felç geçirmiş hastaların çoğunluğu bu tür ilaçları kullanmakta ve hastalıklarının tekrarlanması önlenmektedir.
Kolesterol düşürücü diyet, yaşam tarzı değişiklikleri veya ilaçlar ne kadar süreyle uygulanmalıdır?
Kolesterol yüksekliği büyük ölçüde çağımızın yaşam tarzına ve yanlış beslenmeye bağlı olarak ortaya çıkmış olduğundan doğru beslenme ve diğer yaşam tarzı özellikleri çocukluk yaşlarından başlayarak uygulanmaya başlanmalı ve hayat boyu sürmelidir. Toplumumuzdaki kalp hastalığı salgını ancak bu şekilde durdurulabilir. Kalp damar hastalığı veya felç geçirmiş veya çok sayıda risk faktörü olup hasta olma tehlikesi yüksek olanlar, kolesterolleri diyet ve diğer önlemlerle istenen düzeylere düşürülemezse, hekimlerin gerekli gördüğü ilaçları yaşam boyu kullanarak kalp hastalığı risklerini azaltabilirler.
Çocuklarda da kolesterol hastalığı olabilir mi?
Ateroskleroz erken yaşlarda başlayabilir. Beslenme düzeni ve ailevi kolesterol hastalıkları kolesterol değerlerini yükseltebilir. Özellikle çocukluk döneminde beslenme alışkanlıklarının düzeltilmesi, şişmanlıktan kaçınılması, şeker hastalığının araştırılması ve gerekiyorsa gerekli önlemlerin alınması (diyet, egzersiz ve ilaç) faydalı olabilmektedir.
Çocuklarda kolesterol değerlerinin bir sınırı var mıdır?
2- 19 yaş arası çocuklarda kolesterol değerleri
Total kolesterol
-
< 170 mg/dl kabul edilebilir değer
-
170 -199 mg/dl ara değerler
-
200 mg/dl ve üzeri yüksek değerler olarak kabul edilmektedir.
LDL kolesterol
-
< 110 mg/dl kabul edilebilir değer
-
110 – 129 mg/dl ara değerler
-
130 mg/dl ya da üzeri değerler yüksek olarak kabul edilmektedir.
Yaşam tarzımda diyet de dahil olmak üzere herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen kolesterol değerlerimde yükseklik oldu. Neden?
Zaman içinde kolesterol değerlerinde ölçümler arasında fark olabilir. %10 değerindeki bir değişiklik vücuttaki biyolojik değişkenliğe bağlanabilir.
Doktorum kolesterol değerimin yüksek olduğunu söylemesine rağmen herhangi bir ilaç tedavisi başlamadı. neden?
Kolesterol değerlerinde ölçülen zaman dilimleri arasında fark olabilir. Bu nedenle doktorunuz kolesterol ölçümünüzü tekrarlatabilir. Doktorunuz kolesterol dışındaki diğer risk faktörlerinizi de göz önüne alarak ilaç başlamamış olabilir.
Ben kolesterol hastayım. çocuklarımın da kolesterol hastalığı olma ihtimali var mıdır?
Kolesterol hastalıklarının bazı formlarının ailesel geçişli olma özelliği vardır. Bunun riskini öngören bazı çalışmalar mevcuttur. Eğer böyle bir riske sahipseniz çocuklarınızın kolesterol değerlerine baktırmanız pratik ve güvenilir bir yol olacaktır.
Bazı yayınlarda ve programlarda çokça bahsedilen doymuş ve doymamış yağlardan bahsedilmektedir. Bunların anlamı nedir? Bu yağların hepsi zararlı mıdır?
Doymamış yağlar genelde bitkilerden elde edilmiş olup, kolesterol yüksekliği olan hastaların tercih etmesi gereken yağlardandır. Doymuş yağlar hayvansal yağlar olup, bunlar kalp damar hastalığını artırıcı özelliğe sahiptir.
Bitkisel yöntemler ve vitamin hapları kolesterol değerlerinde iyileşme sağlayabilir mi?
Daha önceden de söylenildiği gibi bu yöntemler yararlı olabilir. Kullanmadan önce mutlaka doktorunuzla görüşmeniz gerekmektedir. Bazı bitkisel maddeler kolesterol düşürücü ilaçların içerdiği maddeleri içermektedir. Bu konuda dikkatli olmak gerekmektedir.
Tereyağı yerine margarin kullanmam kolesterol değerlerimi düşürür mü?
Gerek tereyağı gerekse margarin içerdikleri yağ bakımından zengindir. Her ikisinin de fazla miktarda tüketilmesinden kaçınılmalıdır. Margarinlerin özellikle doymamış yağlardan zengin olanı tercih edilmelidir.
Kolesterol hastalığı şişman insanların hastalığı mıdır?
Kolesterol değerleri genelde fazla kilolu insanlarda zayıf insanlara göre daha yüksektir. Fakat zayıf insanlar da kolesterol hastası olabilirler.
Tükettiğimiz bazı yiyeceklerin üzerinde düşük kolesterol içeriyor denmektedir. bunlar daha güvenilir midir?
Düşük kolesterol içeriği demekten kasıt yağ miktarı ise bu doğru olabilir. Ama bu besinlerin içerdiği yağ cinsi zararlı olan doymuş yağlar olabilir. Kolesterol miktarıyla birlikte hangi yağ cinsinin içerdiğinin bilinmesi gerekmektedir.
Kolesterol düşürücü ilaç kullanıyorum. Dolayısıyla beslenmeme yine de dikkat etmem gerekiyor mu?
Kolesterol yüksekliğini tedavi ederken başlangıçta yaşam tarzı değişiklikleri önerilir. Eğer doktorunuz tarafından mutlaka kullanılması gerektiği söylenmedikçe kolesterol ilaçlarının yaşam tarzı değişiklerinin önüne geçmesi tavsiye edilmez. Bu nedenle kolesterol düşürücü ilaç kullanıyor olsanız da mutlaka beslenmenize dikkat etmeniz gerekir.
Yumurtanın kolesterolü fazla yükseltmediği söylentisi doğru mudur?
Bunun cevabını kısa bir hesap işlemiyle arayalım: Bir yumurtanın içerdiği kolesterol miktarı 213 miligramdır. Günlük önerilen kolesterol miktarı ise 300 miligramdır. Cevap ortada!!
Erkeklerin kolesterol değerlerine kadınlardan daha fazla dikkat etmesi mi gerekiyor?
Menopoz öncesi döneme kadar östrojen dediğimiz hormonlar, kadınlarda kolesterol değerlerinin daha iyi değerlerde kalmasına yardım eder. Menopozdan sonra ise işler tam tersine döner. Menopoz sonrası kadınlar diyetlerine dikkat etseler, düzenli egzersiz yapsalar da kolesterol değerlerinde istenilen değerleri sağlamakta zorlanırlar.
Kadın doğum doktorum menopoz sonrası bana hormon tedavisi vermeyi planlamaktadır. bunun kolesterol değerleri üzerine etkisi nedir?
Menopoz sonrası hormon tedavisinin kan yağları üzerine kısmen olumlu etkisi olsa da, hormon tedavisi sonrası kalp damar hastalık riski artmaktadır. Doktorunuz tarafından zorunlu görülmedikçe kan yağlarının düzeltilmesi ya da kalp hastalığı riskinin azaltılması amacıyla hormon tedavisi önerilmez.
Stres kolesterolü yükseltir mi?
Stresin direkt olarak kolesterolü yükseltici etkisi yoktur. Fakat strese bağlı olarak yaşam şeklindeki değişiklikler kolesterolü yükseltebilir (depresyona bağlı aktif yaşamın azalması, aşırı kalorili ve yağlı yiyeceklerin tüketilmesi, sigara alkol gibi madde tüketiminin artması.
Sigara kolesterolü yükseltir mi?
Sigara hem kolesterolü yükselterek hem de çok daha farklı etki mekanizmalarla kalp hastalığı riskini artırır.
Koroner anjiyografi sonrasında damarlarımda tıkanma olduğu söylendi. tedavi için çok mu geç kaldım?
Kalp damar hastalığı olanlarda bu hastalıklarının tekrarlama riski, olmayan insanlara göre 5-7 kat artmıştır. Ancak bu her şeyin bittiği anlamına gelmez. Kalp damar hastalığı olan hastalar, kolesterol düşürücü ilaç tedavisinden fayda görmektedir. İlaçla birlikte diyetimize dikkat ettiğimizde bu risk azalmaktadır.
Kolesterol düşürücü ilaçlar kaslarımıza zarar verir mi?
Kolesterol düşürücü ilaçların bazı istenmeyen yan etkileri vardır. Özellikle yüksek dozlarda kullanıldığında kas sistemini etkileyebilir. Bu zararlı etkilerin görülme riski oldukça azdır.
Tedaviye başlarken başlangıçta kas enzim (CK) değerlerine bakılmalıdır. Bilinen bir kas hastalığı olup olmadığı mutlaka sorulmalıdır. Yine aynı gruptan ya da farklı gruptan kolesterol ilaçlarının birlikte kullanımı bu riski artırmaktadır. Aşırı egzersiz yapmanın yan etkiyi artırıcı bir etkisi olduğu düşünülmemektedir. Çok sık kullanılan statin grubu ilaçların, bu yan etki riski açısından birbirlerine üstünlükleri yoktur.
Kolesterol düşürücü ilaçların kaslarıma zarar verdiğini nasıl anlayabilirim / engelleyebilirim?
Belirti olarak kaslarımızda ağrı, güçsüzlük aksi ispatlanana kadar kullanılan ilacın kas sistemine olan yan etkisi olarak değerlendirilmelidir. Şikayetlerle birlikte CK değerlerinde anlamlı yükseklik olması da bunu destekler. Şikayet yoksa kas enzimlerinin yıllık takibi yeterlidir.
İlacın yan etkisi çıktığında mutlaka ilaç tedavisi kesilmelidir. Takiplerde şikayetlerin azalması, CK değerlerinin düşmesi halinde ilaç kullanımı gerekli ise dikkatli bir şekilde tekrar başlanılabilir. Daha ayrıntılı bilgi için mutlaka doktorunuzla görüşmeniz gerekir.
Kas şikayetleri olmadan CK değerlerinde hafif orta düzeyde artış olduğunda tedaviye devam etmeli ve en kısa zamanda doktorunuzla görüşmelisiniz.
Doktorum böbrek fonksiyonlarımda hafif bozulmanın başladığını söyledi. Kolesterol ilacı kullanmaktayım. Bu ilaçlar böbreklerimi daha fazla bozar mı?
Kolesterol ilaçları normal böbreklerde herhangi bir bozulmaya neden olmaz. Hafif, orta derecede böbrek fonksiyon bozukluğu olanlarda, hatta diyalize giden hastalarda dahi bu tür ilaçlar kullanılabilir. Özellikle ileri derecede böbrek yetmezliği bulunan hastalarda, böbrek dışı yan etkilerin çıkma riski biraz artabilir. Bu konuda dikkatli olmak gerekir.
Kolesterol düşürücü ilaçlar sinirlerde harabiyete neden olur mu?
Kolesterol düşürücü ilaçlar sinir sistemini etkilemez. Beyin fonksiyonları üzerine yan etkisi yoktur.
Kolesterol düşürücü ilaçlar karaciğerimi etkiler mi?
Kolesterol düşürücü ilaçlar özellikle yüksek dozlarda kullanılırsa karaciğeri olumsuz yönde etkileyebilir. Ancak bu yan etki oranı oldukça düşüktür. Genelde ALT/AST dediğimiz karaciğer fonksiyon testleriyle takibi yapılır. Statinlerin bu yan etki açısından birbirlerine bir üstünlüğü yoktur. Şikayet yoksa 6 ay-yıllık takipler yeterlidir.
Alkol kullananlar kolesterol düşürücü ilaç kullanabilir mi? Özellikle karaciğer üzerine önemli yan etkileri olur mu?
Hafif–orta derecede alkol tüketimi kolesterol ilacı kullanımına engel değildir. Fakat gerek vücuttaki bireysel farklılıklar, gerekse bu ilaçlarla birlikte başka ilaçların kullanımı gerektiğinde dikkatli olunmalıdır.
Karaciğerimde yağlanma olduğu söylendi. alkol kullanmıyorum. kolesterol düşürücü ilaç kullanabilir miyim?
Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanmalarında kolesterol düşürücü ilaçlar kullanılabilir.
Kolesterol düşürücü ilaç kullandıktan sonra karaciğer enzimlerimden ALT/AST’de belirgin yükselme oldu. Bunlar karaciğerimde ciddi hasarı mı göstermektedir? Tekrar ilaç kullanabilecek miyim?
Kolesterol düşürücü ilaç kullanırken sadece ALT ve AST’deki yükselmeler karaciğerde geriye dönüşü olmayan bir hasarın olduğunu göstermez. Bunun yanında karaciğer fonksiyonlarını gösteren diğer testlere ihtiyaç vardır. Eğer diğer testler karaciğerinizde bozukluğu gösteriyor ve ilaç kullanımı dışında bunu açıklayabilecek bir şey bulunamıyorsa ilaç tedavisi kesilmelidir. ALT ve AST’de normalin üst sınırının 3 katından fazla yükselmeler önemlidir. Bu durumda ilaç kesilmeli ya da doz azaltılmalıdır. Bu tür yan etki geliştiğinde mutlaka doktorunuzla görüşmeniz gerekir.
23/06/2022
KLİMİK DERGİSİ MAYMUN ÇİÇEĞİ HASTALIĞI
21 Mayıs 2022
1. Yeni bir hastalık mıdır?
Maymun çiçeği hastalığı yeni bir hastalık değildir. Maymunlarda 1958’de tespit edildikten sonra insanlarda ilk olgu 1970 yılında Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde görülmüştür. Nijerya ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti başta olmak üzere, Orta ve Batı Afrika’daki tropikal yağmur ormanlarının bulunduğu 11 ülkede görülen bu hastalığın sıklığı tam olarak bilinememektedir. Afrika’da her yıl birkaç yüz olgu olduğu tahmin edilmektedir. Hastalık zaman zaman Afrika kıtasından infekte hayvanlar veya insanlar aracılığıyla diğer kıtalara taşınmakta, buralarda az sayıda insanın etkilendiği ve bölgesel olgu kümelenmeleri izlenmektedir.
2. Neden şimdi bu kadar dikkat çekti?
Şimdiye kadar Afrika dışında görülen olguların tamamının Afrika’dan gelen insanlar veya getirtilen kemirgenlerden kaynaklandığı bilinmektedir. Ancak Afrika dışında tespit edilen olgu sayısı son bir hafta içinde, bugüne kadar Afrika dışında görülen toplam olgu sayısını aşacak kadar arttığı için Dünya Sağlık Örgütü ve bilim camiasının dikkatini çekmiştir.
20 Mayıs itibariyle Afrika dışındaki 13 ülkeden, 90’ı kesinleşmiş 56’sı şüpheli olmak üzere, 146 olgu bildirilmiştir. Olguların büyük kısmı (130 olgu) İspanya, Portekiz, İngiltere ve Kanada’dadır. Bu olguların ortak bir kaynaktan kaynaklanıp kaynaklanmadığı bilinmemektedir.
3. Hastalığın etkeni biliniyor mu?
Evet, hastalığın etkeni maymun çiçeği virusu (Monkeypox Virus); çiçek virusuna akraba bir DNA virusudur. Orta ve Batı Afrika’da iki farklı genetik alt tipinin hastalık yaptığı bilinmektedir. Batı Afrika alt tipi, Orta Afrika (Kongo Havzası) alt tipine kıyasla daha hafif seyirli hastalık yapmaktadır. Geçen hafta içinde Afrika dışında görülen olgulardan elde edilen virusların tam genetik analizi henüz tamamlanmamış olmakla birlikte ilk bulgular Batı Afrika alt tipi olduğuna işaret etmektedir.
4. Virus insana maymunlardan mı bulaşmaktadır?
Adında “maymun” geçmekle birlikte maymunlardan daha çok sincap, sıçan, fare gibi kemirgenlerde bulunan ve onlardan insana geçen bir hastalıktır. Maymun çiçeği hastalığı olarak isimlendirilmesinin nedeni, ilk olarak 1958’de araştırma laboratuvarındaki maymunlarda çiçek benzeri bir hastalık salgını yapınca farkına varılmış olmasıdır.
Maymun çiçeği virusunun doğadaki rezervuarları ve doğal döngüsü tam olarak bilinmemektedir. Virus, şimdiye kadar doğal ortamdaki hayvanlardan iki kez izole edilebilmiştir: İlk olarak 1985 yılında Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin Ekvator bölgesinde Afrika sincabından izole edilmiştir. İkincisi de 2012 yılında Fildişi Sahilleri’ndeki yağmur ormanlarında “mangabey” isimli bir maymun türüne ait ölü bir yavru primattan izole edilmiştir. Doğal rezervuar bu nedenle belirsizliğini korumaktadır.
5. Virus insana nasıl bulaşmaktadır?
Virus insana, infekte hayvan, infekte insan veya virusla kirlenmiş cansız maddeler (giysiler, havlu, çarşaf vb.) ile yakın temas sonucunda bulaşmaktadır. Virus sağlıklı kişilere, ciltteki gözle görülemeyecek çatlaklar/çizikler, mukozalar (ağız, burun, göz) veya solunum sistemi aracılığıyla girer.
İnfekte hayvandan insanlara (zoonotik) bulaşma ısırık, tırmalama, hayvanın kan ve vücut sıvıları ile veya etiyle temas, lezyonlara direkt temas veya tüm bunlarla kirlenmiş cansız materyalden indirekt yolla gerçekleşebilmektedir. İnsandan insana bulaşmanın esas olarak büyük solunum salgısı damlacıkları ile olduğu düşünülmektedir. Büyük damlacıklar uzak mesafelere gidemediğinden insandan insana bulaşma için; yüz yüze, uzun süreli ve yakın temas gereklidir. Bu da COVID-19’a benzer büyük salgınlar yapmasını engelleyebilecek bir özelliktir. Virus infekte insanın vücut sıvılarına, cilt lezyonlarına doğrudan temas ile direkt olarak veya yine bunlarla kirlenmiş cansız maddelerle temas ile dolaylı olarak cilt ve mukozalar yoluyla bulaşabilir. Cinsel yolla bulaşma kesin olmamakla birlikte yakın temas söz konusu olduğundan cinsel ilişki sırasında bulaşması mümkündür. Geçen hafta içinde görülen olguların bir kısmının bu yolla bulaştığı yönünde bildirimler vardır.
6. Çiçek hastalığı ve Suçiçeği hastalığı ile benzer bir hastalık mıdır?
“Çiçek”li hastalıklar virusların neden olduğu birbirine benzer hastalıklardır. Dolayısıyla çiçek ve suçiçeğinde görülen cilt lezyonlarına benzer lezyonlar maymun çiçeğinde de görülmektedir. Ancak hem lezyonların vücuttaki yerleşimleri hem görüntüleri hem de seyirleri farklıdır. Ayrıca çiçek hastalığı aşı sayesinde yeryüzünden silinmiştir. Maymun çiçeğinde lenf düğümlerinde şişme olması önemli bir başka farklılıktır. Yakın zamanda (son bir ay içinde) hastalığın görüldüğü Afrika ülkeleri ve İspanya, Portekiz gibi Avrupa ülkelerine gitmiş olan kişilerde hastalık belirtilerinin görülmesi maymun çiçeğini düşündürmelidir.
7. Belirti ve bulguları nelerdir?
Maymun çiçeği hastalığı, ateş, baş ağrısı, yorgunluk, yaygın vücut ağrıları, lenf bezlerinde şişlik ve cilt lezyonlarına (döküntülere) neden olur. Yakınmalar, virus ile temas ettikten sonra ortalama 6-13 gün sonra ortaya çıkar.
Hastalığı ilk 5 gününde ateş, şiddetli baş ağrısı, lenf bezlerinde şişme, sırt ağrısı ve aşırı halsizlik görülür. Bu belirti ve bulguların çoğu birçok hastalıkta görülebilir ancak lenf bezi şişliğinin olması özellikle çiçek, su çiçeği ve kızamıktan ayırmada önemlidir.
Cilteki döküntüler, ateş başladıktan sonra 1-3 gün içinde ortaya çıkar; gövdeden çok yüzde, kollarda ve bacaklarda görülür. Avuç içi ve ayak tabaklarında, ağız içinde, genital bölgede ve gözlerde lezyon saptanabilir. Lezyon sayısı değişkendir; az sayıda veya çok fazla sayıda olabilir. Lezyonlar, düz bir kızarıklık şeklinde başlayıp (makül), deriden kabarık hale gelir (papül); ardından içleri berrak sıvı ile dolarak “vezikül” görünümü alırlar. Veziküllerin içindeki berrak sıvı sarımsı renkte bir sıvıya döner ve “püstüller” oluşur. Püstüller, kabuk bağlar ve kabukların düşmesiyle lezyonlar ortadan kalkar. Bu süreç, genellikle 2-4 hafta sürer ve kendiliğinden iyileşir. Bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde hastalık ağır seyredebilir. Hastalığa bakteriyel infeksiyonlar eklenebilir, zatürre, sepsis, ensefalit ve görme kaybı gelişebilir.
8. Belirtisiz infeksiyon olabilir mi?
Bu konu net olmamakla birlikte Maymun Çiçeğinin COVID-19 gibi belirtisiz hastalık yapmadığı düşünülmektedir. İnfekte kişilerde belirtilerin ortaya çıkması bu kişilerin fark edilmesini ve izolasyona alınmasını sağlayacağından, maymun çiçeğinin toplumda COVID-19 veya belirtisizken bulaşan diğer infeksiyonlar kadar yayılması beklenmemektedir.
9. Maymun çiçeği ile temas etmiş kişiler ne kadar süre takip edilmelidir?
Maymun çiçeği olduğu teyit edilen hayvan veya kişilerle temas etmiş olanlar, son temastan sonraki 21 gün boyunca belirti ve bulgular açısından izlenmelidir.
10. Hastalığın tanısı nasıl konuluyor?
Hastalığın tanınabilmesi için öncelikle akla gelmesi önemlidir. Hastalık belirtileri gösteren kişilerin son bir ay içinde riskli bölgelere seyahat edip etmedikleri ya da benzer belirtileri olan birileri ile yakın temasları olup olmadığı sorgulanmalıdır. Maymun çiçeği hastalığından şüphe edildiği durumlarda lezyonlardan uygun şekilde elde edilmiş ve gerekli güvenlik önlemleri alınarak paketlenmiş örneklerin ilgili laboratuvara gönderilmesi gereklidir. Tahmin edileceği gibi bu test, rutin laboratuvarlarda yapılamaz ancak gerekli malzemenin, personelin olduğu biyogüvenlik düzeyi 2 laboratuvarlarda yapılabilir. Günümüzde tanı, PCR (polimeraz zincir reaksiyonu) ile virusa ait DNA’nın örneklerde gösterilmesine dayanmaktadır.
Maymun çiçeği hastalığının tanısını kan örneklerinden koymak çok olanaklı değildir. Virus, kanda çok kısa süre kaldığından PCR ile saptamak genellikle mümkün olmaz. Antijen ve antikor testleri de daha önce uygulanan çiçek aşısı vb. nedenlerle her zaman doğru sonuç vermez.
11. Hastalık öldürücü müdür?
Maymun çiçeği genellikle 2-4 hafta içerisinde kendiliğinden iyileşmektedir. Ancak bağışıklığı baskılanmış kişilerde ve küçük çocuklarda ağır hastalık görülebilmektedir. Genel olarak hastalanan kişilerin %3-6’sı, çoğunluğu küçük çocuklar olmak üzere, maalesef kaybedilmektedir. Orta Afrika alt tipinde öldürücülük %11’e kadar çıkabilmekle birlikte güncel olgulara neden olan Batı Afrika alt tipinin öldürücülüğü daha düşüktür (%1).
12. Tedavisi ve aşısı var mıdır?
Maymun çiçeği hastalığı için yaygın kullanılan bir ilaç yoktur. Şimdiye kadar görülen olgular, sidofovir, brinsidofovir, tekovirimat (ST-246) isimli antiviral ilaçlar ve çiçek immünoglobulini uygulanarak kontrol altına alınmıştır. Tekovirimat isimli ilaç, hayvan ve insan çalışmalarından sonra 2022’de Avrupa İlaç Ajansı (EMA-European Medicine Agency) ve ABD FDA tarafından onaylanmıştır ancak dünyada yaygın olarak bulunmamaktadır.
ABD’de maymun çiçeği hastalığı için kullanılmak üzere 2019 yılında FDA tarafından onaylanmış JYNNEOSTM (Imvamune ve Imvanex adları ile de bilinmektedir) isimli aşı bulunmaktadır. Bu zayıflatılmış (atenüe) aşı, çiçek ve maymun çiçeğine karşı etkili olup içinde Modifiye Vaccinia Virus Ankara suşu bulunmaktadır. Bu suş, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü Aşı Laboratuvarlarında, büyük olasılıkla at çiçeği virusunun seri pasajlarıyla çiçek aşısı suşu olarak geliştirilmiş Vaccinia Ankara suşunun, daha sonra Münih Üniversitesi’ndeki araştırıcılar tarafından daha güvenilir bir aşı sağlamak amacıyla tavuk fibroblast doku kültürlerinde yeniden seri pasajlanmasıyla elde edilmiştir. Laboratuvarda bu tür viruslarla çalışanlara ve salgın durumunda temas edenlerde kullanılmak üzere kısıtlı sayıda mevcut olduğu bilinmektedir. Aşı temastan sonra da uygulanabilmektedir.
13. Çiçek aşısı maymun çiçeğinden korur mu?
Dünya Sağlık Örgütü Afrika’daki tecrübelerden yola çıkarak çiçek aşısının maymun çiçeğinden %85 kadar koruma sağlayacağını bildirmektedir. Ancak çiçek aşısı 1980’den beri uygulanmamaktadır. Bu nedenle çiçek aşısı yapılmış kişiler bugün 40-50 yaş ve üzerindeki kişilerdir. Aradan geçen bu uzun süre sonunda koruyuculuğun hangi düzeyde devam ettiğini söylemek zordur. Bununla birlikte Afrika’daki ev içi bulaşmaların çiçek aşısı olmuş kişilerde daha az olduğu ve ağır hastalıktan korundukları gözlenmiştir. Laboratuvarda maymun çiçeği şüpheli örneklerin mümkünse aşılanmış kişiler tarafından çalışılması önerilmektedir.
14. Pandemiye yol açma olasılığı var mıdır?
Maymun çiçeği hastalığının belirti ve bulgularının belirgin olması, şimdiki bilgilere göre belirtisiz infeksiyon yapmaması, yakın ve uzun süreli temas ile bulaşması, bir DNA virusu olduğundan daha az mutasyon geçirmesi ve kolay değişime uğramaması (COVID-19’daki gibi yeni varyantların çıkmaması) gibi faktörler göz önünde bulundurulduğunda COVID-19 gibi bir pandemiye yol açması pek beklenmemektedir.
15. Türkiye’de olgu saptandı mı?
21 Mayıs 2022 itibariyle henüz ülkemizde bir olgu tespit edilmemiştir.
KLİMİK Derneği Erişkin Bağışıklaması Çalışma Grubu Tarafın Hazırlanan COVID-19 Bilgi Notu 30/01/2023
SARS-CoV-2 virusu mutasyonlar ile yeni varyantlar oluşturmayı sürdürmektedir. Bu sürecin yakın gelecekte önlenemeyeceği ve virusun şu ana kadar yüzlerce alt varyant geliştiren OMİKRON (BA.1.1.529) varyantının yeni alt varyantlarının yanında, başka yeni varyantların da ortaya çıkması beklenmektedir.
Ocak 2023 itibariyle tüm dünyada ve ülkemizde BQ.1.1 adı verilen bir omikron altvaryantı hakim olmakla birlikte, bir diğer omikron alt varyantı olan ve rekombinasyonla ortaya çıkmış KRAKEN adıyla anılan XBB.1.5’in kendisinden önceki omikron alt varyantlarından daha kolay bulaşabilmesi ve bağışıklıktan daha kolay kaçabilmesi nedeniyle ilerleyen aylarda baskın varyant haline geleceği öngörülmektedir. Mevcut verilere göre gerek BQ.1.1, gerekse XBB.1.5 omikron alt varyantlarının sebep olduğu hastalığın klinik bulguları ve ağırlığı öncekilerden farklı değildir. Ülkemizden yeterli veri olmamakla birlikte var olan veriler değerlendirildiğinde, BQ.1.1’in neden olduğu dalganın sonlandığı veya sonlanmak üzere olduğu, XBB.1.5 dalgasınınsa başlamış olduğu tahmin edilmektedir.
Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu hastalığı geçirerek ya da aşılanma yolu ile bağışıklık kazanmış durumda olmasına karşın, halen hastalığı geçirmemiş veya aşılanmamış çok sayıda insanın olması ve virusun mutasyonlarla bağışıklıktan kaçabilme özelliği kazanabilmesi nedeniyle yeni varyantlar gelişmeye devam etmektedir. Aşılı ve/veya hastalığı geçirmişlerde gelişen bağışıklık, yeni varyantlarla gelişen infeksiyonlarda ölüm ve ağır hastalık riskini belirgin olarak azaltsa da özellikle yeterli bağışıklık yanıtı geliştiremeyen çok yaşlı veya bağışıklığı baskılanmış kişilerde, her yeni varyantla olan infeksiyonlar, ağır hastalığa ve ölümlere neden olmaktadır. Virus halen hem yaz hem de kış aylarında etkili olmaya devam ettiği için henüz mevsimsel özellik kazanmış da görünmemektedir. Kalabalık nüfusuna ek olarak toplum bağışıklığı çok düşük olan Çin Halk Cumhuriyeti’nde vaka sayıları hızla artmaktadır. Çin’in yanı sıra Güney Kore ve Japonya’da yüksek olgu sayılarının yeni ve daha bulaşıcı omikron alt varyantları veya omikron dışı varyantlar için uygun koşullar sağladığına dair endişeler artmaktadır.
Özetle “Pandemi bitti, artık virusu izlemek ya da hatırlatıcı doz aşıları olmak gerekmiyor” demek aşamasında olmadığımız görülmektedir.